Bana “Sinema Müslüman sanatı değildir” dedirtemezsiniz. Demem. Diyenler var. Ya da “Sinemayı keşfedenler Müslümanlar değil, o sebepten Müslüman sineması olamaz” diyenler var. Hemen hemen aynı kapıya çıkıyor. Yani kapıları kapıyor.
Bir sanat dalının kime ait olduğunu, kimin keşfettiği veya kimin -şu an itibariyle- teorize ettiği belirlemez. Daha doğrusu; hiçbir ana sanat dalı bir toplulukla, inanç sistemiyle sınırlandırılamaz. Bu, daha en baştan sanatın özüne ters düşer. Zira evrensellik, sanatın hayatta olmasıyla/hayatımızda olmasıyla hayatta kalabilen olgudur. Sanatı yaşatan şey sınırsızlığıdır. Sanata sınır belirlemek sorumsuzluk olur, ki, hakikat arayışına da fıtrata da aykırıdır bu.
İslam sanatı dediğimiz bazı dalların Müslümanlara has olması (hat gibi) meseleye halel getirmez. Çünkü alt dallar, sanatın ana omurgasını besler.
Bu noktada sinemaya yeniden dönecek olursak…
Sinema, sanatın gayesine hizmet eden bir araçtır. Araç olan herhangi bir şey, Müslüman’ca kullanıldıktan sonra Müslüman’cadır. Niyetten başlayıp kitledeki etkisine kadar varan birçok aşamadan geçen bu istikamet, kullanılan aracın keşif noktasına bakmadan sıfatını tamamlar.
“Müslüman Sineması” diye bir şey olur mu? Bu ifadeyi kabul etmek de zaten daha en baştaki cümleyi onaylamak manasına gelir. Yani ‘Müslüman Sineması’ olur demek, sinemanın esasında Müslümanlıktan berî bir şey olduğunu iddia etmektir. Formel çerçevede Müslüman elinden çıkmadığı halde bir Müslüman’ın ortaya koyabileceği boyutta sinema yapıldığı örneklerine çok fazla şahit olduk. Ya da Müslüman elden çıkmasına rağmen özüne bakmadan reddetmek zorunda kaldığımız eserlerle de dolu sinema tarihi…
Çok boyutlu ve elbette zor bir mesele… Müslümanların yaptığı sinemayı isimlendirme çabalarının başladığı günden beri tartışılan şeyler bunlar. ‘Beyaz Sinema’, ‘İslami Sinema’, ‘Milli Sinema’ başta olmak üzere çokça kavram kullanıldı. Fazlasıyla iddialı ve bugünden baktığımızda devamına ya da varlığına dair ipucu bulamadığımız, fekat Türk sinema tarihinin en önemli aşamalarından biri olan bu anlayışın sorunları/sorumluluğu da bizi aynı sorulara iletiyor.
Daha büyük resme bakmak gerek…
Sinemanın ve hatta sanatın doğumuyla başlayan bu sürecin iyi tahlil edilip kavramsallaştırılması gerek. İnsanlık tarihiyle yaşıt olan sanat gibi bir meselede bunu başarmak birkaç kuşağın halledebileceği çabaya bağlı. Birikerek artan ve biriktikçe yenilenen sanat algılarının tarifi önemli. Teknolojiden de bağımsız olmayan bu yolun hukukunu korumak da eli kalem tutanların ve eser üretenlerin elbet.
İşte bu çerçevede Müslümanları sinema gibi bir sanattan uzak tutabilecek sonuçları doğuracak yaklaşımlardan kaçınmak gerek. Sinemanın kime ait olduğu, kimin, nasıl kullandığı ile alakalı. Kuram ya da teori, akım veya anlayış… Adı her ne olursa olsun, sinemanın temeline dair bitmeyen soruları ve sorunları Müslüman’ca ele alıp somutta cevapların verilmesi sürecini sürdürmek lazım.
“Teorinin terörize etmesi” gibi bir tehlike olduğu kanaatindeyim. Kavramsal olarak itici olduğu kadar iddialı da olan bu tespiti ayakta tutanlar var. Oysa pratiğe yansımayan ve pratiğe yansıma kapılarını kapatan teorik anlatımın sinema gibi alanlarda sonuca ulaşması imkansız.
Sanat dediğimiz şeyin en önemli malzemesi soru… Belki de bütün bir insanlık tarihi aynı soruları dillendirmekle geçecek. Cevap bulacak mıyız, bilemiyorum. Cevabı doğrudan vermek şart da değil. Duygu ve düşüncenin bir arada ayakta kalabildiği yegane alan olan sanatın “cevap budur” demesi yolculuğa aykırı. Sanat icra eden ya da terörize edenler cevaba dair fikirlerini ve eserlerini ortaya koyar tabi. Ancak bu, cevabın verildiği manasına gelmez.
Bir tek sorumuz bile olsa cevaplar her zaman çoğul kalacak. Ve kesin cevabı, yolun sonuna kadar bilemeyeceğiz.
Tam da bu yüzden sinema, Müslümanların kayıp hazinesi olabilir. Zira soru, İslam’ın insana yüklediği en önemli mühimmat. Mevla, defalarca “Akletmez misiniz?” derken cevabı değil soruyu önemsiyor. Kulluk ise Allah’ın önemsediğine hakkını verme çabasından başka bir şey değil.
Başa dönerek sonlandıracak olursak…
Bana “Sinema Müslüman sanatı değildir” dedirtemezsiniz. Demem. Diyemem. Allah’tan korkarım, kuldan utanırım.
Bize düşen, ‘soru’ya hakkını vermek. Sonrasında Müslüman’ca Sinema (ya da adı her neyse) denen şeyi hayata geçirebiliriz.
Şimdi hepimiz kendimize dönelim ve sorumuza sarılalım. Bu şekilde birbirimize ulaşalım…