MESCİD-İ NEBEVİ’DE İFTAR

İftar saatleri Mescid-i Nebevî’de ümmeti bir arada görebilirsiniz. Ezana yakın saatlerde büyük bir sessizlik çöküyor koca Mescide. Kur’an okuyan ve dua edenlerin kısık ve derin sesleri atmosfere ayrı bir anlam katıyor. Medinelilerin Muhacirlere yaptıkları ev sahipliği devam ediyor. Gelen misafirlere iftarda ikramda bulunmak için sessizce ve mütevazı bir edayla yarışıyorlar. Özellikle gençlerin ve çocukların gayretleri takdire şayan. Saflar arasına bir naylon seriliyor. İkramda zemzem, ekmek, yoğurt oluyor genellikle. İftarı beklerken bir taraftan dünyanın her köşesinden gelmiş kardeşlerle sohbet ediyoruz. Yanıma bir Pakistanlı turizmci kardeş geliyor. Pakistan’la Türkiye arasında uzaktan muhabbetin olduğunu ama ticari ilişkinin çok fazla olmadığını hatırlatıyorum. Pakistanlı kardeşim bana hak veriyor. O da turizm konusunda da beklenen seviyelerin çok altında olunduğunu anlatıyor. Mekke’de, Medine’de cem oluyoruz sonra kendi topraklarımıza dönünce birbirimizi unutuyoruz. Herhalde ümmetin en büyük meselelerinden birisi de ortak bir hafızaya sahip olmamak, devamlı sürekli ilişki ve iletişim içinde bulunmamak. Zaten Pakistanlı kardeşle yarım yamalak Arapça’yla başlayan sohbeti İngilizce sürdürmek zorunda kalıyoruz. Bu durumda yeterli mesaj veriyordur diye düşünüyorum.

MESCİD-İ NEBEVİ

Mescid-i Nebevî derin kemerlerle ayrılmış bölümlerden oluşuyor. Bir ana kubbe yok. Ortada kubbe olacak yerde bir açık alan var. Burası da dev çadırlarla kapatılıyor. Şemsiye tarzında çadırlar avluda da işe yarıyor. Sıcak havada soğuk hava püskürten klimalarda can simidi niteliğinde.

Peygamberimiz Mekke’den Medine’ye hicret edince ensardan birçok kişi onu misafir etmek istemiş ancak Resulullah devesinin hizmetli olduğunu ve nereye konaklayacağını bildiğini ifade ederek deveyi serbest bırakmalarını buyurmuş. Deve Ebu Eyüp El Ensari’nin evinin yakınında bulunan, hurma kurutulan yere çökmüş. Peygamberimiz en yakında bulunan Eyüp El Ensari’nin evine misafir olmuş. Bu araziyi satın alarak Mescid-i Nebevi’yi ashabıyla beraber inşa etmiş. Peygamberimiz mescidin inşasında bizzat çalışmış. Mescidin dışına iki hücre Hz. Aişe ve Hz. Sevde içinde iki hücre yapılmış. Kıble Mescid-i Aksa’dan Kâbe’ye çevrilince kuzey kısmında bulunan üstü kapalı alan Suffa Ashabı’na verilmiş. Peygamberimiz (sas) vefat edince Hz. Aişe’nin hücresine defnedilmiş. Daha sonraki dönemlerde mescit yetersiz kaldığı için genişletilmiş. Peygamberimizin hücre-i saadetinin üzerine mescidin sembolü olarak Kubbetü’l Hadra (Yeşil Kubbe) yapılmıştır.

Mescid-i Nebevi’de oruçlar açıldıktan sonra akşam namazı kılınıyor. Namazdan önce yaptığımız, iftarın girizgâhı; asıl iftar yemeğine otele dönüyoruz. Bizim Mücahid yemek konularında hızlı. Otelde yemek açık büfe. Türk bir aşçının başkanlığında damak tadımıza uygun yemekler yiyoruz.

Akşam yemeğinden sonra yatsı namazı ve teravih için Mescid-i Nebevîye gidiyoruz. Hocalar çok güzel okuyor, adeta Kur’an ziyafeti veriyorlar. Yatsı namazı bitiyor sonra gece yarısı yanlış hatırlamıyorsam saat 1:00’de teheccüd namazı kılınıyor. Her rekâtta neredeyse bir cüze yakın okuma yapılıyor. Mescid-i Nebevî’nin içi, dış avluları, üst katlar müminlerle dolup taşıyor. Hocalar Kur’anı adeta bana konuşuyormuş gibi okuyorlar. İçten, yürekten. Dinlerken anlamaya çalışıyorum. Ancak çoğu zaman anlamı takip etmekten kopuyorum. Namaz çok uzun sürdüğü için bir iki defa oturarak kılmak zorunda kaldım. Mücahit sabırsız adam, bazen dayanamıyor ve “Baba gidiyorum” diyerek ayrılıyor. Teheccüd namazı bitince Peygamberimiz ve arkadaşlarına selâm vereyim istedim. Fakat girişte izdiham var. Uzaktan da olsa türbelerin önünden salât ve selamlar okuyarak geçiyorum.

MEDİNE PAZARI

İlk günler Türkiye’den götürdüğümüz kıyafetlerle namazlara devam ediyoruz. Fakat beyaz kıyafetler buranın atmosferinin tamamlayıcı bütünü. Teravih namazından çıkınca yolda hediyelik eşya ve kıyafet satan dükkânlardan Arap kıyafetini sarığıyla beraber alıyoruz. Bundan sonra hemen hemen umre boyunca hep bu kıyafetleri giydik. Sarığı sarmasını bir türlü beceremediğim için takkeyle dolaştım. İftar saatlerinde namaza giderken yol boyunca birçok mümin ikram olsun diye su, hurma, ayran, meyve suyu ikram ediyorlar. Bir iki akşam bizde aldığımız hurmaları kardeşlerimize ikram ettik.

Bir sabah namazından sonra Cennetül Baki Mezarlığı’nı ziyaret etmek istiyoruz. Girmek mümkün değil. Ben daha önce dolaşmıştım. Bu defa Mücahid’in de görmesini arzu ettim. Ezilme tehlikesi var. Mücahit kızıyor. “Baba giremeyeceğiz geri dönelim” diyor. Ben “Biraz daha sabredelim içeri gireriz” diyorum. İçeri giriyoruz, ancak kalabalıktan bir şey görmek mümkün değil. Zaten mezarlıkta bir tertip, düzen de yok…

Görülmesi gereken bazı önemli mekânlara da gittik: Uhud Dağı, Küba Mescidi, Kibleteyn Mescidi.

Hendek savaşında şehit düşen Hz Hamza ve arkadaşlarının mezarları bir tel örgüyle çevrilmiş. Okçuların beklediği tepeyi, savaş meydanını gördük.

Eskiden Medine’de hurma pazarı vardı. Bu defa göremedim. Kapandı mı bilmiyorum. Ancak arkadaşlar bu defa hurmayı bahçeden almayı önerdiler. Grup halinde hurma bahçesine gittik. Devasa ağaçlarda salkımlar halinde sallanan hurma salkımlarını gördük. Kocaman ağaçlarda meyveler çok küçük görünüyor. Bunun da bir hikmeti olsa gerek. Bir Türk satıcı bahçenin kenarına açtığı depodan her çeşit hurmayı bize gösteriyor. Tercih yapmak oldukça zor. Çok çeşit var. Peygamber hurması, Tunus Hurması, Acve, Medine Amberi, Mebrum vb. alışveriş merkezlerinde yaş hurma, tek tek ambalajlanmış içine badem konulmuş hurmalarda bulmak mümkün.

Bayram namazında Mescidi Nebevî’de yer bulmanın imkânı yok. Mescidin dış avlusu dolduğu gibi caddelerde dolmuş durumda. Yani anlayacağınız mahşeri bir kalabalık, mahşeri bir tablo.

MEDİNE’DEN MEKKE’YE

Bayramın birinci günü öğle saatlerinde Mekke’ye gitmek üzere yola çıkıyoruz. Etrafı gözetlemek açısından araç ve tren yolculuklarını seviyorum. Çölde ilerlerken ani gelen toz bulutu her yeri kaplıyor. Bu ani gelen toz bulutu otobüsün önünde giden minibüsün durması bizim arabanın ona çarpmasıyla sonuçlanıyor. Kısa bir panikten sonra şoför otobüsü yolun kenarına çekiyor. Kimseye bir şey olmuyor, ancak otobüs ve minibüste hasar var. Minibüs şoförü bizim Filipinli şoföre bağırıp çağırıyor. Adamı sakinleştirmeye çalışıyoruz, ancak hiç ikna olur tarafı yok. Nihayet polis geliyor. Adam polise de çıkışıyor. Polis bizim bu araçla devam edemeyeceğimizi söylüyor. Yeni bir araç gelmesi için anons yapıyor. Yeni araç çok geç geliyor. Kum fırtınasının ardından gelen yağmur ortalığı yumuşatıyor. Arkadaşlarla otobüsten inip dışarıda hava alalım istiyoruz. Fakat polis ekibi bunun yasak olduğunu ve arabada beklememiz gerektiğini söylüyor. Tarzanca Arapçamla birazcık sohbet havasında ikna etmeye çalışıyorum. Yaklaşık 2 saatlik bir gecikmeden sonra gelen arabaya biniyor, akşam namazı sularında Mekke’ye giriyoruz.

Mekke’nin her yerinden görülebilen saatli bir kule dikkat çekiyor. Adını Zemzem Kulesi koydukları bu yapı bir ucube gibi Kâbe’nin yanında duruyor. Hangi maksatla yapıldığını anlamak mümkün değil. Yeni kurulan bir şehre sembol eserler yapmak doğru bir şey; ancak kutsal bir beldeye böyle bir kule yapmak ciddi bir sorun. Mübarek mekânlara tepeden bakan Zemzem Kulesi şehrin sembolü olma modunda. Kâbe’ye bu kadar yakın bir mekânda böyle yüksek binaların olması huzursuz edici bir atmosferi ortaya çıkarıyor. Batılı beş yıldızlı otellerin de Kâbe’yi kuşatması sanki bugünkü Müslümanların durumunu yansıtıyor. Bugün İslam ümmeti de Batılı silâhlı, silâhsız güçler ve onların iç işbirlikçileri tarafından kuşatılmış durumda. Belki kuşatmayı buradan başlatmak lâzım. Kâbe’yi kuşatan bu ucube binaları yıkarak işe başlanmalı. Merkezden başlayacak bu özgürlük dalgası bütün ümmeti kuşatmalı. İnşallah o günleri de görürüz.

Yeni bir umre da daha yapmak istiyoruz. Ancak yeniden ihrama girmemiz gerekiyor. İhrama girmek için şehrin dışına çıkıp mikat mahallerinden birinde, Mekke’de bulunanlar umre yapabilmesi için 6 km uzaklıkta bulunan Tenim Camiine gidiyoruz. Grup halinde Tenim Mescidi’nde ihram giyiyoruz. Birçok yerde olduğu gibi burada da temizlikten yana sıkıntı var. İhramı giyinip niyetlendikten sonra Mekke’ye dönerken Nur Dağının karşısında mola veriyoruz. Rehber hocamız Nur Dağını ve Peygamberimize ilk vahyin geldiği Hira Mağarası’nı anlatıyor. Peygamberimize ilk vahiy bu mağarada geliyor. İlk ayetler “Oku…”

Nasipse haftaya yolculuğumuza devam edeceğiz…