Beyrut… Kalbimden selamlar sana ey Beyrut…” Feyruz.

Ah Osmanlı, niye bizi yüzüstü bırakıp gittin. Senden sonra katil sürülerinin elinde kaldık. Ölümler, zulümler görüyoruz. Doğrudan işgal altında olmayanlar da zihin işgalinde, celladına âşık adamların eliyle yönetiliyor. Ümmetin geri kalanı da 100 yıldır en hafif terimiyle yakaza hâlinde; bilgiden ve ilimden uzak, gereksiz işlerle vakit geçiriyor. Çalışmak, gayret etmek yerine “gereksiz beklentiler” üzerinden hayal görmeyi sürdürüyorlar. Son büyük musibet uyanmamıza vesile olur inşallah.

Osmanlı, Orta Doğu’dan çekildiğinden bu yana bu coğrafya gün yüzü görmedi.  İngilizlerin ve Fransızların başlattığı 100 yıldan fazla bir zamandır devam eden işgal; sürgün, katliam, soykırım yoluyla bütün hızıyla sürüyor. Özellikle İngilizlerin eliyle oluşturulan katil yapı İsrail, yeni hamisi Amerika Birleşik Devletleri’nin kol kanat germesi sayesinde eşkıyalık yapmaya devam ediyor.

Filistin’de 50 bine yakın insan şehit edildi. 100 binden fazlası yaralı. Dişine kan değmiş çakallar şimdi ise Lübnan’a yöneldi. Şimdiden binden fazla kişi öldü. Karşı saldırılarda ise neredeyse hiç ölü haberi almıyoruz. Katiller yedi canlı mı olur! Her füze saldırısından sonra genelde bir kişi yaralanıyor. Nasıl oluyorsa füzeler genellikle bir kişiyi vuruyor. Bu katil çakal sürüsü her yere saldıracak silahı nereden buluyor? Her saldırıdan sonra ABD yetkililerinin ekranlara çıkarak yarım ağız şekilde üç maymunu oynaması da Batılı tabirle “trajikomik” oluyor.

Dünyada çok şehir gördüm. Lübnan’a farklı zamanlarda iki defa gittim. Sevdiğim şehirlerin başında Beyrut geliyor. Beyrut da Edirne, Bursa, Filibe, Üsküp, Saraybosna gibi Osmanlı şehridir. Lübnan başbakanlık binası bir Osmanlı kışlası, binanın önünde bulunan saat kulesi ise bir gün gerçek sahiplerinin dönmesini bekliyor sanki. Belediye binası, askerî hastane ve Mecidiye Camisi gibi çok sayıda eser hizmet vermeye devam ediyor.

Benim gittiğim zamanlarda Lübnan’ın efsane başbakanı Refik Hariri’nin öldürüldüğü bina, metruk hâlde duruyordu. Bu binanın hemen yakınında ise Lübnan Limanı var. Korniş oldukça hareketli idi. Hariri’nin yaptırdığı Mimar Sinan usulü Muhammed El Emin Camisi, dört minaresi ve turkuaz kubbesiyle Lübnan’ın yeni sembolü. Refik Hariri’nin kabri bu caminin yanında yer alan bir çadırın içinde bulunuyor. Caminin bulunduğu Şehitler Meydanı’nda kurşunlarla delik deşik edilmiş heykel dikkatimi çekmişti. Şimdi nasıl bilmiyorum ama o zaman gördüğüm heykel âdeta bugünkü durumu ifade ediyordu.

“Beyrut… Kalbimden selam”

Beyrut farklı din ve mezheplerin bir arada yaşadığı çok renkli bir şehir. Maruni, Sünni, Şii, Süryani ve Ermeniler bir arada yaşıyor. Çok sayıda üniversite var. Hristiyan mezheplerinin kurduğu üniversiteler eğitim veriyor. Caddelerde banka sayısının fazlalığı da dikkati çekiyor. Lübnan yemekleri bana göre dünyada bizden sonra en başarılı mutfakların başında geliyor. Şehrin farklı bölgelerinde lezzetli yemekler ikram eden lokantalar var.

Beyrut Arap yayıncılığının da başkenti idi. Kitap ve televizyon yayıncılığında önde gelen merkezlerin başında geliyordu. Bir büyük kitabevinden Beyrut Şarkısı ile bildiğimiz sanatçı Feyruz’un kaseti ile Arapça-İngilizce konuşma kılavuzu almıştım. Feyruz’un şarkısındaki sözlerle bitirelim.  “Beyrut… Kalbimden selam sana ey Beyrut…”