Her yaşayan canlı, bir şekilde ömrünü tamamlayarak bu fâni dünyadan göç eder. Kimi uzun, kimi kısa yaşar bu âlemde. Herkese takdir edilen bir ömür vardır.
Tamamlayabilirse kelebeklerin ömrü bir gün imiş. Hiç merak ettiniz mi bir kelebek koca bir güne neler sığdırıyor? Kelebek kocaman, zarif, rengârenk kanatlarıyla bir menzilden diğerine koşar durur. Gün akşam olunca da yol biter, ömür biter… Ha bir gün yaşamışsın ha bin gün, ne fark eder.
Yaratılmışların en özeli insandır. İnsan yeryüzünün efendisi olduğu için sadece kendinden değil, yaratılmış her şeyden sorumludur. Bu sorumluluğu iyi ve güzel kullanırsa sınırsız iyiliğe vesile olur. Tabiri caizse yeryüzünü cennet yapar. İyiliğin sınırı olmadığı gibi kötülüğün de sınırı yoktur. Kötülük yaparak dünyayı cehenneme çevirebilir insan. O yüzden dünya, iyilerle kötülerin mücadele meydanıdır.
“Ecel gelince cihâne, baş ağrısı bahâne.” olur. Binbir çeşit ölüm sebebi vardır; kimi hastalıktan, kimi açlıktan kimi tokluktan, kimi varlıktan kimi yokluktan ölür… Sel olur alıp götürür, yangın olur; yakar bitirir. Kimi denizde kimi havada ölür… Büyükler derlerler ya, Allah sıralı ölüm versin. Buna rağmen ölüm erkendir ve ne var ki her ölüm bir vakte ve bir sebebe mebnidir.
Ölüm denince insanın aklına binbir çeşit soru geliyor. Hangi ölüm daha iyidir, en kötü ölüm hangisidir? Ani ölümler; beyin kanaması, kalp krizi insanı hızlı alır bu dünyadan. Uzun hastalıklar, dertler… Uzun süreli komalar; yaşamak kolay olmadığı gibi ölmek de kolay değildir. Diğer yandan yangında ölmek, suda boğulmak gibi sebepler, her ne kadar sıradan olmasa da insanlar arasında bir tür hayatın içinde olabilen ölümler olarak değerlendirilebilir.
Bana göre asıl acı verici ve en korkunç ölümler katliamalar sonucu gerçekleşenlerdir. O yüzden savaşlar kötüdür çünkü bunlar, insanların ve diğer canlıların topluca katledildiği olaylardır. Yine en korkunç ve insanlık dışı olan bir başka ölüm türü de masumların, mazlumların, esirlerin işkence yapılarak katledilmesidir. Bir cana işkence ederek kıymak en vahşi, en canavarca cinayetlerin başında gelir.
Katliamlarda, toplu kıyımlarda yok edilen masumların başında çocuklar gelir. Adı üstünde çocuk; yolun başında, hayatının baharında, sebebini bile bilmediği nedenlerle vahşilerin elinde bu dünyadan kapatılmalarının izahı olabilir mi!
Bu yazıyı yazarken bile dünyanın birçok yerinde birçok insan, yine insanlar tarafından öldürülüyor. Çocuklar katliama uğruyor, korkunç cinayetlere kurban gidiyorlar. Bunların çoğundan hesap bile sorulamıyor tıpkı Gazze’de katledilen 20 bine yakın çocuğun katillerinden insanlığın hesap soramadığı gibi.
Bu arada son günlerde kendi akrabaları tarafından öldürülen bir masum yavru üzerine konuşuyor, tartışıyor, böyle bir cinayetin nasıl işlenebildiğini anlamaya çalışıyoruz. Yine uzun zamandır kadın cinayetleri üzerine sık sık konuşuyor, bu vakaların yaşanmaması için çareler arıyoruz.
Ne var ki meselelerin özüne inmek yerine ezbere yorumlar yaparak, dedikodulara dalarak kendimizi kandırdığımızın farkında değiliz. Burada meseleye farklı açılardan bakacak ilim ehlinin devreye girmesi gerekir. Meselenin sosyolojisi, psikolojisi, tarihsel kökenleri, dayandığı sosyal ve kültürel temeller aklıselimle ele alınıp değerlendirilmelidir.
Elbette cezalar da caydırıcı olmalı. Ancak cinayete sebep olan nedenlerin de ortadan kaldırılması için herkes üzerine düşeni yapmalıdır. Devleti, milleti, toplumun belirli kesimlerini peşin hükümlerle suçlayarak toplumu kamplaştırmak, düşmanlık oluşturmak yangına körükle gitmekten başka işe yaramaz.