Sükût denen halin efsunlu bir hal olduğuna inanmışımdır hep. O efsunu bilenlerin ve bu hali yaşayabilenlerin de güzel insanlar olduğuna kanaatim tam benim. Zira “susan kazanır” fehvasınca sükût ehlinin her vakit galip geldiği bence hakikattir. Sureten öyle görünmese bile hakikaten öyledir. Bazı vakitler en anlamlı tepkidir susmak. Onlarca kelime dizmekten satırlara ya da onlarca cümle sarf etmekten çok daha fazla manası vardır. Hem bence çoğu vakit, anlatmamış olmak hiç anlaşılmamış olmaktan evladır. Sükût ederek değişenler ve değiştirenler vardır her şeyi. Lakin bazı vakitler susmak çekip gitmektir. Susmak terk etmektir. Ve hatta susmak bazen ihanet etmektir.
Bana göre şimdiki vakit işte tam da o vakittir kâri ki susmak ihanettir. Hem hakkı hakikati söylemeyen dil olmasa da olur hatta olmasa daha iyi olur. Bizler zulme bigâne kalamayız. Susamayız zalimin karşısında, haksıza dur demek hem fıtratımızda hem inancımızda hem de asırlardır yoğrulmuş medeniyet hamurumuzda vardır. Asırlar evvel Antakya’da açlıktan ölecek hale gelmiş haçlı askerlerine ecdadımız Selçuklu nasıl el uzatmışsa, sonra İspanya Yahudilerini ölümden kurtarmak için II. Beyazıt nasıl kapıları açmışsa, Bosna’da, Karabağ’da, Grozni’de, Gazze’de, Myanmar’da, Açe’de, Somali’de ölen, öldürülen, zulmedilen ve katledilen insanlık için kimdir, kimdendir, dini nedir, nesli nedir diye düşünmeden hepsine bazı vakit elimiz yetemese de nasıl ki gönlümüz yanmışsa şimdi de işte o vakittir.
Demem o ki şimdi susacak vakit değildir kâri. Her gün sende görüyorsun, okuyorsun ve duyuyorsun Türkmen Dağı’nda olanları. Bayır Bucak Türkmenlerinin neler çektiğini çok iyi biliyorsun. Suriye’de açlıktan ölüyor çocuklar, ölmeyenlerin üzerine bombalar düşüyor. Kadınlar çocuklarının cansız bedenlerini enkazların altından topluyor. Ve halen dahi sahillere çocukların cansız bedenleri vuruyor. Ve susuyor insanlar. Neden ve nasıl? Böyle bir zulme sessiz kalabilmek için ya bu zulmü yapıyor olmak ya bundan faydalanmak ya da hepten insanlıktan çıkmış olmak gerekir. Yoksa insanım diyenin susması mümkün değil bunca bir halin karşısında. Ama susuyorlar.
Yine sahile vuran cansız çocuk bedenlerinin haberleri var her yanda. Otuz dokuz cansız beden. Belki de hayatlarında bir kez olsun deniz görmeden denizde can veren bebekler. Küçükler, küçücükler ve çaresizler. Yaşamayı öğrenemediler ki daha, ölmeyi nereden bilsin onlar? Hele bir tanesi var ki daha doğmadan öldürdük onu, annesiyle beraber ve annesinin karnında. Bilerek “öldürdük” diyorum. Zira bu vebal hepimizin… Bu suç ve günah hepimizin… Susarsak şayet bütün bunlar karşısında işte o zaman terk etmiş olacağız inancımızı, yok etmiş olacağız insanlığımızı ve ihanet etmiş olacağız.
Daha evvel Aylan bebek için de söylemiştim. Yine ve tekraren söylüyor ve soruyorum. Neden öldü o çocuk? Neden öylece bir deniz canlısından bile daha kıymetsiz halde sahile vurdu küçücük bedeni? Arap diye mi? Müslüman diye mi? Çocuk diye mi? Aç diye mi? Babası ellerinden tutamadı diye mi? Neden?
O çocuk son vaktin Hanzalasıdır ve boş yere değildir senin ülkenin kıyısına vurması o cansız bedeninin. Anlamıyor musun; insanlığın son kıyısı yalnızca sen kaldın…