Rahmetli Haluk Dursun Hoca’nın “Kafayı suya takmak” adlı yazısını Bilal Arıoğlu bir sosyal medya grubunda paylaştı. Yazı hangi kitapta yer alıyor diye biraz araştırdım. Ahmet Emre Bilgili’ye, Erhan Çardaklı’ya sordum ama kesin bir netice alamadık; İstanbul’da Yaşama Sanatı, Nil’den Tuna’ya Osmanlı Yazıları ve Gençlerle Hayat Bilgisi eserlerine bakmamıza rağmen. Yazı, Haluk Dursun’un gezdiği ve yaşadığı coğrafyalardaki sularla olan aşkını anlatıyor bir nevi. Onun için pınar başları, çeşmeler, dereler, nehirler, denizler âdeta Yahya Kemal’in dediği gibi “âsûde bahâr” ülkesidir. 

Haluk Dursun tarihçi, fikir adamı olmanın yanı sıra kültür adamı olarak iyi bir gezgindi. Hereke’de başlayarak dolaştığı coğrafyaları insanları ve tarihi eserleriyle kayıt altına aldı. Hocanın, biraz önce saydıklarıma ilave olarak İncir Çekirdeği: Hereke’den Çıktım Yola, Tuna Güzellemesi, Osmanlı Coğrafyası’na Yolculuk, Boğaziçi’nde Kırk Yılım, Ayasofya Müzesi Kültür Envanteri, Şehir ve Kültür: İstanbul, Medeniyet Köprüsü Beş Şehirli kitaplarında imzası bulunuyor. Bu kitaplarda hem İstanbul’u hem de Osmanlı memleketlerini adım adım tanıma fırsatını yakalarsınız. 

Haluk Hoca su başlarından söz edince şöyle bir zihnimde canlandırdım; hepsinde değil ama bir kısmında beraber olmuşuz. 2004 yılında MÜSİAD genel başkan yardımcısı idim. Seyahatler genellikle ticaret ağırlıklı olurdu. Arkadaşlar bir seferinde kültür ve tarih eksenli bir seyahat yapalım dediler. Ardından Haluk Dursun’un rehberliğinde bir ansiklopedi hacminde bilgi öğrendiğimiz Balkan turunu gerçekleştirdik. Su üzerinden konuşacak olursak Meriç’ten girdik, Tuna’dan çıktık… 

Bir bahar mevsimi Balkanlar’ın yemyeşil atmosferinde, derin vadilerde çağlayanların ve derelerin başında, nehir kenarlarında balık yedik; derin sohbetler ettik. Yine 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti Macaristan’ın Peç şehrindeki açılış programına Haluk Hoca, Prof. Dr. Ahmet Emre Bilgili, Dr. Bülent Katkat’la beraber katıldık. Soğuk bir kış günü Tuna Nehri’nin kenarından başlayarak Macaristan’da uzun bir yolculuk yaptık. Frankfurt Kitap Fuarı nedeniyle Main Nehri’nin kenarında Goethe’nin evini ziyaret ettik. Neckar Nehri’ni Heidelberg’teki tepelerden seyrettik… 

İstanbul’u da farklı programlarda ondan dinleme fırsatı buldum. Boğaz’da müzik eşliğinde ağaçlar, çiçekler, yalılar, saraylar ve insanlar üzerinden İstanbul’u ondan büyük huşu içinde dinledim, verdiği bilgiler hâlâ hafızamda canlı duruyor. Bütün bunlar bir hoş sada olarak kaldı. En son Haluk Hoca ile Kültür ve Turizm bakan yardımcısı iken Frankfurt Kitap Fuarı’ndaki standımızın açılışını beraber yaptık. Allah rahmet eylesin, sonra bir daha görüşemedik. 

Rahmetli Haluk Hoca gibi ben de suyu çok severim. Çocukluğum Tortum’un Dikmen köyünde Mescit Dağları’nda geçti. Baharda, mayıs ayının başlarında koyunlar, kuzular, at, eşek ve köpeğimizle ailecek sabahın erken saatlerinde yaylaya gitmek için yola çıkardık. Köyün ortasından geçen çay bu mevsimde heybetli, gür ve gürültülü akardı. Dik yamaçları tırmandıktan sonra yaylanın düzüne çıkardık. 

Uzun süre kar altında kalan bu düzlüklerde karların erimesiyle sular çekilir; turnalar, leylekler ve kurbağaların seslerine börtü böceğin sesleri karışırdı. Yayla kuzuların, koyunların meleşmeleriyle mahşer yerine dönerdi. Anlayacağınız tabiat âdeta yeniden dirilirdi… Tümseklerde kalan kar parçaları üzerinde kayak yapardık. Eriyen karların yerini kardelenler, gelincikler alırdı. Yazın sıcak günlerinde derelerin önünü kapatır, göle çevirir, keyifle çimerdik (yüzerdik). 

Suya dair anlatacak çok hatıram var… Nasip olursa başka bir yazıda anlatırım. Ömrünüz su gibi aziz olsun inşallah.