Şu kermes işi bir zamanlar kurban bayramlarında toplanan deri meselesine benzemeye başladı.

Adına kermes, ya da “hayır çarşısı” denen şu sosyal aktivite!

Öncelikle halkın ve esnafın inançlı insanları “dilenci” gibi görmesi artık kabul edilir bir durum değil.

Asli ve “asil” yardımlar için kermes dışında bir yol bulmamız ve kermesten para kazanma işine bir son vermemiz gerektiğini düşünüyorum.

Velev ki, bu para “hayır-hasenat” adına kullanılsa dahi…

Başkaca bir yol bulalım bu ve buna benzer işlerimize, derim…

Değiştirelim hallerimizi!

Yıllardır yaptığımız bu ve buna benzer çalışmaların bize kayda değer bir şey katmadığını ve giderek istismarlara kapı araladığını kabul edelim.

Bazı şeyleri yeniden sorgulayalım artık.

Hepimiz çok iyi biliyoruz ki elde edilmeden önce para ile mesafemizi netleştirmezsek o para dünyada belamız, ahirette ise ateşimiz olur. Oluyor da!

Hem de biz Müslümanlar maneviyattan bu kadar yoksun bir durumdayken!

Maddiyatta bu kadar adam kurban vermişken!

Boğulduğumuzun farkında değil miyiz hala!

Bu maddiyatın bizi bozduğunu ne zaman anlayacağız?

Yoksullar adına kermes düzenliyor lakin kendimiz yiyor kendimiz içiyoruz.

Elbette katkı sunmak için bunu yapıyoruz.

Ancak bu kermesler yağ, şeker, ayakkabı, dolap, sandalye, koltuk, halı, döner kebaptan ibaret olmamalı.

Kermes dediğin lokanta, giyim mağazası değildir.

Bir yerde ağlayan, imdat çığlığı yükseltene hayat suyu ikram etmek üzere elde olanı paylaşmaktır.

Bu hayır işleri tüketim çılgınlığına yâ da “piknik havası”na sokmayalım artık!

Kermesler, başta İslami gelenek ve göreneklerin sergilendiği, aç insanların gelip karnını doyurduğu, yoksulların ihtiyaçlarını karşıladığı yerler olmalı değil mi?

Ya da bu kermes veya hayır çarşılarında daha çok manevi atmosferlerin oluşması gerekmez mi?

Diyebilirsiniz ki bu vakıf ve dernekler buradan elde etmiş oldukları ne varsa hayır adına kullanıyorlar.

Pekâlâ, bunu kabul ediyor, inanıyor ve çoğu zaman da buna şahit oluyorum.

Benim eleştirdiğim tarafı bu işin yapılış tarzı ve neredeyse tamamen maneviyattan yoksun ve ruhsuz oluşu.

Mesela bu toplumu yüzyıllarca ayakta tutmuş kültür ve geleneklerinin hiç yansıtılmaması.

Tabi ki bu kermeslerin formatı iyi ayarlanabilirse, farklı kesimlerden insanların kaynaşması, kapitalizm kıskacında sıkışmış insanların birkaç gün de olsa bir araya gelip hasbihal etmesi ve fikir alışverişinde bulunması gayet yararlı olacaktır.

Ancak her vakıf ve derneğin kendi adına düzenlemiş olduğu bu kermeslere sadece o vakıf ve dernek çatısı altında bulunan insanların bir araya gelmesi kısır bir döngüyü beraberinde getirmiyor mu?

Allah’a iman etmek bahsinde üzerinde ziyadesi ile durulması-düşünülmesi gereken şey rızık ve yarın endişesini “Allah bana yeter” ile bertaraf etmek olmalıdır.

Paraya, taksimata, kardeşlik hukukunun gerektirdiği paylaşıma, darda olana yetişmeye de ancak bu hattan ulaşabiliriz.

Adı ne olursa olsun, hangi vesile ile tertip edilirse edilsin, işin ucunda “kardeşinin sesine ses ver!” diyen bir çağrı etrafında toplanıyorsak kebaba, konfora ne gerek var!

“Para veririm ama mükellef bir sofra olursa” diyebilir mi Müslüman!

Derim ki, bu işe bir başka şekil verelim. Fakir fakirdir. İster orda ister burada. Kermeslerimiz öncelikle fakirlere, parasız açık olmalı.

Dileyen yemeli, giymeli vs.

İmkânı olan kardeşlerimiz de buralarda çay içmeli ama yemiş-içmiş gibi para ödemeli ki, burnuna kebap kokusu giden mazlum sofralarımıza yanaşabilsin.

Hala anlamıyor muyuz, bizim lügatimiz başka!

Bu aşın kimyası bozuk, baharat diye zehir katmışız.

Gönüllerle pek az işimiz, briket, demir, çerçeve ile meşgulüz.