Siyonistler, işgal ettikleri Filistin topraklarına yerleştikleri tarihten itibaren “yerleşimci teröristlerle” yağmacılığı, “siyonist hukukla” meşrulaştırdılar ve başta BM kararları olmak üzere insanlık adına alınan hiçbir kararı dikkate almadılar. Aparatı oldukları ve aparat olarak kullandıkları emperyalist güç odaklarından aldıkları desteklerle bundan sonra da dikkate almayacaklar. İlk büyük ihanetleri kendilerini Firavun zulmünden kurtaran Musa peygambere yapan atalarının muhayyilelerinin ürettiği “Arz-ı Mevut” masalına inanan Siyonistler, Asya kıtası topraklarının önemli bir kısmının kendilerine ait olduğuna inanıyorlar. İşçi Partili Başbakan David Ben Gurian’ın 1937 yılında “Arapları kovup, yerlerini almalıyız.” sözü kayıt altındadır.
Sabra ve Şatilla katliamının baş kasabı Ariel Şaron, 15 Kasım 1998 tarihli Ajans France Press’e verdiği demeçte: "Zaman içinde unutulan bazı gerçekleri cesurca ve açık seçik bir biçimde kamuoyuna açıklamak, İsrail liderlerinin görevidir. Bunlardan ilki, Arapların tahliyesi ve topraklarının istimlaki olmadan siyonizm, emperyalizm veya Yahudi devleti olmadığıdır." demiştir. Burada “topraklarının istimlaki olmadan” ifadesi üzerinde birazcık düşünmeye ve hedefleri anlamaya ihtiyaç var.
Bir dönem siyonist İsrail’de başbakanlık yapmış Golda Meir’in "Filistin halkı diye bir şey yoktur. Buraya gelip onları çıkararak, ülkelerini almış değiliz. Onlar zaten yoklar." dediğinde kimse yadırgamış mıdır?
"İsrail, önümüzdeki 10 veya 20 yıl içinde, mültecilerin Gazze Şeridi ve Batı Şeria'dan Lübnan'a doğal ve gönüllü olarak göçünü etkileyecek koşulları yaratacaktır." diyen İsrail’in beşinci başbakanı İzak Rabin, 1974-1977 ve 1992 ile 1995 yılları arasında (1995 yılındaki suikastına kadar) iki dönem başbakanlık yaptı ve her türlü işgali meşru gördüğü için 1994 Nobel Barış Ödülü’nü Yaser Arafat ve Şimon Peres ile paylaştı.
Ariel Sharon’un 24 Ağustos 1988 tarihli “İnsanları kamyonlara doldurup kolayca götüremezsiniz. Ben pozitif bir politika izlenmesinden yanayım: İnsanları olumlu bir şekilde burayı terk etmeye ikna edecek koşullar yaratılmalı." ifadesinin alt metninde insanlık vicdanını rahatlatan sevecen bir ifade mi var?
Gazze’de işlenen suçların ve soykırımın sorumlusu Netanyahu, Menahem Begin’in yıllar önce söylediği "İsrail'in bölünmesi yasa dışıdır. Hiçbir zaman tanınmayacaktır… Vadedilmiş Toprakların tümü, sonsuza dek İsrail halkına iade edilecektir." sözünün gereğini yaptığına inanıyor; dünya istediği kadar 1967 sınırları ve iki devletli bir çözümden söz etsin.
İsrail’de başbakanlık yapmış Ehud Olmert, Haziran 2006’da Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisi'ne hitaben yaptığı konuşmada Arz-ı Mevud’a atıfla, "Halkımızın tüm bu topraklardaki tarihsel ve ebedî hakkına inandım ve hâlâ inanıyorum." dediğinde alkışlanarak desteklenmiştir.
ABD ve AB ülkelerinin bugün Gazze’de cinsiyet ve yaş gözetmeksizin yapılan soykırımı desteklemeleri, insanlığa yapılabilecek en büyük ihanettir. Hatta ABD’nin BM kararlarını reddederken geçmişte zulmettiği ve deri renginden dolayı insan yerine koymadığı Afrika kökenli diplomatlarının elini kaldırmalarını sağlaması da bir stratejinin gereği gibi! Dedeleri Malkolm X ve kardeşlerinin maruz kaldığı zulme maruz kalmış ABD Savunma Bakanı Lloyd James Austin, İsrail'de, İsrail'in hamile kadınları ve çocukları öldürdüğünü bile bile "İsrail'in kendisini savunma hakkı"ndan söz ederken ne hissetti dersiniz? Hiçbir kural ve savaş ahlakını dikkate almadan yasaklı bombaları çocukların, hastaların, hastanelerin, ibadethanelerin ve topyekûn siviller ile su ve elektrik sağlayan mekânların üzerine bırakan pilotların ve emir veren siyasetçilerin “kendilerini savunma hakkı” nasıl bir şeydir?
Siyonist geleneğe mensup İsrailliler, İngilizlerin marifetiyle Filistin topraklarını yağmaladıkları tarihten itibaren sadece “Vadedilmiş Toprakların tümü, sonsuza dek İsrail halkına iade” ve “insanları olumlu bir şekilde burayı terk etmeye ikna edecek koşullar yaratılması” fikrine odaklandılar. Oluşturulacak koşullar hep aynıydı: güce dayalı terör, su kaynaklarını yok etmek, aç bırakacak kuşatma, korku için alçak uçuşlar, hastaneleri acımasızca vurmak, anneleri çocuklarıyla katletmek!..
İsrail, Gazze’yi 2006’da da bugünkü yöntemlerle topraklarından koparmak için ABD kontrolünde yaşlı, çocuk ve kadınları katletti. Altyapıyı tahrip etti, su sağlayan şebekeyi hedef aldı ve o yıllarda uzun süre çalışanların maaşlarını vermeyerek cezalandırdı. Bütün bunları ABD’deki Yahudi lobilerinin gücü ile dönemin Amerika Başkanı Bush’u etkileyerek ve onların hegemonyası ile de Avrupa ülkelerinin desteğini arkalarına alarak ekonomik bir abluka kurdular. O dönemde de Yahudi lobilerine mensup siyonistlerle ABD ve AB, Filistinli çocukların ve annelerin vahşice katledilmelerini nedensiz ve niçinsiz destekledi.
1980’li yıllardan itibaren Filistin Kurtuluş Örgütü sürekli ateşkes ve iki devletli bir çözüm istedi. Bunu sağlamaya muktedir güç sahipleri de ABD ve İsrail’di. Barış ihtimalinin belirdiği her dönemde siyonist önderler sudan bahanelerle Filistin mülteci kamplarına, Filistin halkını destekleyen ülkelere saldırdılar. Ellerindeki/kontrollerindeki medya gücü ile de saldırdıkları masum insanları, bebe yaştaki çocukları, halkoyu ile seçilmiş siyasetçileri terörist olarak yaftaladılar. Savaşta ve barışta on binlerce insanı tutuklayıp işkencelerden geçirdiler. Hitler’in masum Yahudilere uyguladığı işkencelerin ve Şili diktatörü Pinochet’nin yaptıklarından daha vahşi uygulamaları insanların gözü önünde gerçekleştiren siyonist siyasetçilerin ve destekçisi ABD, AB ve İngiltere’nin neden yadırganmadığını/yadırganamadığını hayretle izliyoruz. “Öldürmek için çocuk arayan” üniformalı asker, hangi insanlık ailesine mensup ve nasıl bir askerî kampta mafyavarî bir çete üyesine dönüştürüldü? Siyonist anlayışla barış mümkün olmasa da insanlık vicdanı bir gün bu vahşeti yenecek ve çocuklar ölmeyecek.
Alıntılar: James Petras-Robin Eastman Abaya, İsrail, Siyonizm ve Ortadoğu, Türkçesi: Ezgi Korkmaz, Kalkedon Yayınları, İstanbul 2007 .