Merhum Âkif’in bir asır önce "Kaldır aradan vahdete hâil ne ise/Yârab, şu asırlarca süren tefrikadan" ve "Girdiler aynı siyasetle bütün makbereye./Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;/Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez." tespiti; hakikate sağır ve dilsiz, kendilerini “aydın ve dindar” ilan eden kişiler eliyle gazete ve dergilerde maalesef pervasızca sürdürülüyor. Yeryüzünün Orta Doğu’sunda nefes alanların makberesinde ölüm sessizliği sürüp giderken; bilmemenin bilmeye dönüştüğü cehalet kuyusunda “Ehli Sünnet, Şia ve diğer ideolojik çıkarımlar” üzerinden kısır tartışmalar körükleniyor.

Dört halife yönetiminden sonra artan ihtiyaçlar ve oluşan bilgi karmaşası etrafında yapılan içtihat, yorum ve yorumun yorumundan kurgulanan dinî yaşama pratiği üzerinden bu kadar ağır ve tamamı siyasi ayrıştırmaların körüklenmesi Müslüman toplumu daha güçlü yapmayacaktır. Bölünmeyi, ayrışmayı, ayrıştırmayı, anlaşmazlığı, tahkir ve tezyif etmeyi, suçlamayı, niyet okumayı, olmayan vehimlerden sonuç çıkarmayı hiçbir fikrin, düşüncenin, mezhebin, cemaatin, ideolojinin menfaat hanesine artık değer olarak yazma imkânı yoktur. İsmini vermeden bir iki cümlesini aktarmakla yetineceğim bir yazarımız “İran, varlığını İsrail’e borçlu. (…) İran, küresel sistemin taşeronudur.” buyurmuş. Tarihte İran’ın Yahudileri Roma zulmü karşısında kolladığı vakidir ancak İran devlet geleneği (her türlü inanç anlayışından bağımsız olarak) bu cümleyi çöpe atar. Bu iki cümle ve benzeri cümlelerle aidiyet kurdukları “cemaatçi dogmatizmle” Müslümanlar arasında birlik kurma çağrıları yerine ayrıştırma retoriği meşalesi tutuşturanlar, abes analojilerle yeni fesatçı algıları körüklüyorlar. Ağırlıklı olarak Müslümanların yaşadığı coğrafyada siyonizm koruyucusu ABD ve yandaşlarının tutuşturduğu büyük yangının sebep olduğu katliam, soykırım, çocukları terörist olacaklar diye öldürme vahşetini yukarıda zikrettiğimiz cümlelerin benzeri abes analojilerle durduramayız.

İlk iki halifeden (Hz. Ebubekir, Hz. Ömer) sonra ümmet (?) arasında taraftar bulan birbirini ötekileştirme ve itham etme anlayışı Hz. Osman’dan başlayarak; Hz. Ali ve Hz. Ayşe’yi; Hz. Ali ve Muaviye’yi karşı karşıya getirdi. Hariciye, Selefiyye, Mutezile’nin ardından yüzlerce ayrışma ve ayrıştırma grubu türedi. Fitne, Yezid b. Muaviye’nin Hz. Peygamber’in torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i şehit etmesiyle devam etti. Bu ayrışmayla beraber Haccâc'ın yedi ay süreyle Mekke'yi kuşatması ve şehri mancınıklarla döverek Kâbe’yi yıkması tarihin ayrı bir felaketidir. Bütün bunları din üzerinden okumak, dinin varoluş anlayışına aykırıdır çünkü din, birlik ve vahdaniyet esaslı bir anlayışı telkin eder.

Romalıların Hristiyanlığı devletleştirdikleri gibi; Müslümanların dinini saltanata hizmet aracına dönüştüren Abbasileri ve Emevîleri de ayrışma ve bölünmüşlük yıktı. Tarık b. Ziyad’ın peygamberin vefatının birinci asrının sonunda gemileri yakarak ayak bastığı İber Yarımadası’ndaki sekiz asırlık Endülüs Emevî Devleti’ni yıkan da tefrika, siyasi anlaşmazlık ve çıkarını korumak için Hristiyan krallıklarla iş birliği yapan vali ve meliklerdi.

Bugün tartışmaların merkezindeki Kudüs, Hz. Ömer tarafından teslim alındığında ve Tarık b. Ziyad İber Yarımadası’na çıktığında siyasi, ideolojik, mezhep bağnazlığına dayalı kelamî ve içtihadî ayrışmalar yoktu ya da yaygın değildi. Burada duralım ve nefes alalım. Ne yapmak ve neye hizmet etmek istediğimiz üzerine Müslümanca düşünelim.

İnsanlık ailesi, insan, inanan (Yahudi, Hristiyan, Müslüman; Budist, Pagan…), mensubiyet/etnik aidiyet (mezhep, Arap, Acem, Türk, Kürt, Yunan, İngiliz…), mezhep ve ideolojileri ayrıca ayrıştırabiliriz. Müslümanların temel metni vahiy “Ey insanlar, ey iman edenler, ey kitap ehli, ey peygamber ve ey kâfirler!” şeklinde hitap eder. Bu hitaplarda mezhep ve cemaatler muhatap alınmaz. Mazlum ve mağdur bir coğrafyada Hristiyan, Müslüman, cami ve kilise ayırt edilmeden tarihin en fazla patlayıcı ve yıkıcı mühimmatı kullanılarak insanlığa ihanet ediliyorsa, kadın ve çocuklar katlediliyorsa, tarihin en vahşi soykırımı “siyonizmin kendini koruma hakkı” adına yapılıyorsa kapandığınız mağaranın içine yansıtılan gölgelerle oynamayın. Merhum Nuri Pakdil Sükût Suretinde isimli eserinde “Dört halife yürüyorlar kol kola/Ebûbekir, Ömer, Osman ve Ali” diyor ya! “Zamanın eskimediği”, çocukların büyümesine ve oyuncaklarla oynamasına fırsat verilmediği Orta Doğu’da dört halifenin kol kola yürüyüşüne katılarak “Evreni bir ev yapan bir düşüncenin/çevresinde toplandılar Orta Doğu oğulları” söyleyişi vaktidir.