Siyaset profesyonelleri toplumun her bir ferdini ikna edip seçimde daha çok oy alarak iktidar olmak istiyor. Siyaset dilinin biricik amacı doğru iletişim kurmak, ikna etmek (inandırmak) ve daha çok oy almak. Yetmişli yıllardan itibaren siyasî piyasaya aşina bizim nesil nezaket ve gerçeklikten kopuk siyasetçi dilinin her bir türünü bildiği için havada uçuşan ve palavrayı bile masumlaştıran vaat ve kükremelere tebessümle bakmakla yetiniyor.

Modern kampanyalarda üç unsur öne çıkar: Tüketici, müşteri ve özel müşteri. Kampanyada dikkat gerektiren bir diğer üçleme: Yaratıcılık/doğru tasarlama, tutarlılık ve sürekliliktir. İki kategoriyi doğru birleştirmek için de birlikte yaşadığınız hedef kitlenin sosyolojisini, değer yargılarını ve aidiyetlerini doğru bilmek gerekir. Türkiye merkezli bir siyasal reklamı “Anneme Reklamcı Olduğumu Söylemeyin… /O Beni Bir … Piyanist Sanıyor!” kitabının yazarı benzeri anlayışlara sahip birilerine yaptırırsanız size “Bayburt’ta türkü yerine senfoni eşliğinde arya söyletir.” Rahmetli kardeşim Erol Olçuk’la yolunuz kesiştiğinde de Özhan Eren’in türkü tadındaki şarkısı gönül telinize dokunur: “Şarkılar bir türküler bir/Hep beraber söyleriz biz/Halaylar bir horonlar bir/Aynı sazın teliyiz biz.”

 Huzur iklimine ihtiyaç duyulan bir zamanda ortak söylem ve söyleyişten mahrum tarafların meçhul ikna odaklarınca ortaklaştırıldıkları ittifaklara maruz bırakıldık. Hayatları boyunca “mücahit” kavramından nefret edenler mücahit ilan edilerek bu ülkenin mağdur inanmışlarına takdim edildiler. 1453 İstanbul Fetih Müzesi’nde mehter yerine senfoni öttürenlerle iş tutanlar; iktidara geldiklerinde Ayasofya’nın bir bölümünü ayinlere tahsis ederek kilise müziği eşliğinde caminin diğer yarısında öğle namazı kılınmasını da temin edebilirler.

Yaşadığımız günlerin dili, kelimeleri ve söylemleri arasında eskilerin ifadesiyle bir insicam yok. Koro halinde “hem nalına hem mıhına” vurularak huzur (!) vadediliyor. Bahar görselleri eşliğinde ekonomiye dair muhayyel hikâyeler anlatılırken gerçeklikten çok, insanların algı dünyası uyarılıyor. Batılı kavramsal ifadesiyle insanlar “post true” bir dünyaya çağrılıyor.

Gelecek için bu süreçte nezaket, nezahet, zarafet, naif ve nahif kelimelerinin kavramsal anlam yüküne ve Türkiye’nin sosyolojik gerçek dünyasına ihtiyacımız var. Depremle bir dakikalık bir sürede elli bin insanını yitirmiş bir toplumda naif bir üsluba ihtiyacımız var. Meclis kürsüsüne dizilen kurşunlar eşliğinde sarf edilen incitici kelimeleri öğretmenlik yapmış birine kim yakıştırabilirdi, kendisinden başka?

Toplumu ürettikleri muzahrafattan mücevher devşirmeye ikna etmeye çalışan siyaset erbabının deprem coğrafyasında yaşayan gönlü kırık mağdurlarla akrabalarının nahif hallerine karşı daha naif olmaları beklenirdi. “Bedava ev, Türkiye yıllık bütçesinin üçte birine denk nakit dolar vaadi” gibi afaki vaatlerle ortamın daha da olumsuz bir hal almasına katkı sağlamaktan öteye geçemeyen ve hayatı soğan üzerinden anlatan ufuksuzluk, sirkte göz boyayan amatör sihirbazı çağrıştırmaktadır. Mütevazılıkta birlikte yaşadığı toplumun her bir ferdi ile mütevazi ve hemhâl olamayan, yaşadığı toplumun inancına yabancı nobran Batıcı aydınların, gazeteci ve tv yorumcularının tahkir edici dili; mağdurları helallik burçlarına çağıran siyaset çevrelerinin çağrılarını yerle bir ediyor.

Farsçadan Türkçeleştirilen nezaket; naziklik, incelik, terbiye (edep), zarafet, ehemmiyet anlamlarını taşır; karşıt anlamı KABALIK! Sıfat olarak kullanıldığında nazik anlamını alan nezaket, eğitimle öğretilebilen ve öğrenilebilen, akleden varlıklara has bir haslettir. Zarafet de nezaket gibi sonradan edinilebilen özelliklerdendir. Nezahet ise {Ahlâk temizliği, temizlik, saflık} önemli ölçüde fıtridir; modernlerin diliyle genetik bir durumdur ve sonradan pek kolay edinilemez. Kültürel olmayan nezahet daha çok değerlerle ilgilidir; batı değerlerine kiralanmış kafalar için ideolojik veya inançlarla ilişkilidir. Algılarla dönüştürülmesi epeyce zordur. “Et yemek ihtiyaçtır; domuz da ettir ve beslenmeniz için önemlidir.” diyerek inanmış birine domuz eti yediremezsiniz.

Yaşadığımız olağandışı ortamda yaygın olarak kullanılan dijital medya mecralarında da dijital nezahete/ahlaka her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Siyasetin tahrik edici ortamı sona erdiğinde biz/toplum, yeniden biz bize kalacak ve profesyonel siyasetçiler toplanacakları ortamın halka gösterilmeyen salonlarında birlikte eğlenecek; yayın yapılan salonlarında da yüksek sesle bağrışmaya devam edecekler, hatta kürsülerden salonlara boş kovan saçarak itibar kazanmaya gayret edecekler. Otoyollardan geçerken “kafaları dumanlı” birilerinin havaya ateş açmasından aldıkları barut kokusu ve gözle görünmeyen barut dumanı artığından fırtınalar koparacaklar.

Zevk-i selim, kalb-i selim ve akl-ı selim üzre yaşanacak gelecek umuduyla bayramınızı tebrik ederim.