Etrafta hep bezmiş, vazgeçmiş ve umutsuz insanlar görüyorum. İnsan bazen oluyor böyle ve sanki anlamını yitiriyor. Ya da öyle olduğunu zannediyor. Yaşamak sıradanlaşıyor ve vazgeçiyor hayat denen bu zorlu düşmanla cenk etmekten. Ellerini yanına bırakıyor, kılıcı düşüyor, kimsesiz zannediyor kendini. Sırrını kaybediyor. Öyle zamanlarda susmak çare diye düşünüyor. Konuşmuyor ve anlatmıyor. Yaşamak bazen boğuyor insanı. Hiçbir şey anlamlı gelmiyor. “Neden çalışıyorum, neden bunları yapıyorum ve neden buradayım?” diye soruyor insan hep kendine.

Her gün aynı şeyler, aynı insanlar, aynı iş, aynı sesler, aynı yüzler… Her şey aynı. Her gün sabahın erken vaktinde kalkıp da işe gitmek, aynı trafikte, aynı otobüslerle ve hep birbirine benzeyen insanlarla yolculuk etmek, aynı saatlerde yemek yemek, aynı saatlerde geri dönmek ve aynı saatte uyumak.

Bundan çok rahatsız sanırım herkes. Ama şikâyet etmeye hakkı da yok. Zira bunlara bizi biz mecbur ettik. İnsanoğlu kendi kurduğu bu oyunun içinde bir oyuncak gibi, kendi inşa ettiği bu zindanda bir mahkûm gibi… Para denen şeyi biz icat ettik, sonra onu kazanmaya kendimizi mecbur ettik. Saati bulup da vakti terk ettik. Saat ve vakit farklı şeyler. Vakti sınırlamak için bulunmuş gibi saat. Bir ay boyunca aç kalmak için bir ay boyunca çalışmak hem de ne için? Neden?

Dünya böyle değildi en başta belki de. Böyle olmamalıydı? Bu hale biz kendimiz getirdik. Kendi celladımızı kendi elimizle besledik. Yani şimdi şikâyet etmeye hakkımız var mı bütün bunları onu bile bilmiyorum ama bildiğim tek şey insanoğlu ne denli çok şey kazanırsa o denlisini kaybediyor ve kaybettiğini bile fark etmiyor.

Bazı zamanlar içi sıkılıyor insanın doğru. Alıp başını ücra bir yerlere gitmek, tenhada yalnız başına yaşamak istiyor ama mümkün değil biliyorum. Zira mecburuz belki de hepimiz bu şehirde kalmaya, bütün bunları istemeyerek de olsa yapmaya mecburuz

….

Ne vardı bu kadar çok şeyi bilecek de her şeyi öğrenmek için kendi sırrımızı terk ettik? İnsan olmak bu mu demek? Bu mu bizim maksadımız? Bilemiyorum kafam çok karışık. Lakin anlıyorum ki bir gün ölmek için bir ömür boyu çile çekiyoruz. Dünya bizim olacak değil. Kimsenin de olmamış zaten. Lakin her gelen kendisinin zannetmiş onu. Şimdi sıra bizde. Biraz da biz inanacağız bu uydurduğumuz yalana. Ama sonu ne olacak? Hiç… İşte bence işin bütün sırrı tek heceli ve üç harfli bu kelimede gizli.

Kıymeti olmayan bu kadar kıymet verdiğimizden ve asıl olanı unutup da terk ettiğimizden bunca sıkıntı çekiyoruz. Bıkkınlığımız, yorgunluğumuz ve eksikliğimiz hep bu yüzden.

Sığınacak tek bir yer var ve O’ndan başka her yerde bir tufan.