Sezai Karakoç’un “Hâtıralar” isimli kitabı vasiyeti doğrultusunda vefatının sene-i devriyesinde Diriliş Yayınları tarafından iki cilt halinde yayımlandı.
Hâtırat kitapları -özellikle de büyük mütefekkirler tarafından kaleme alınınca- çağlara hitap eden bir kaynağa dönüşüveriyor. Tefekkürün kolay iş olmadığını bu isimlere bakınca daha iyi anlıyoruz. Bu az sayıdaki ismin kendi rahatlarından fedakârlık ederek, çile çekerek ortaya koydukları kılavuz niteliğindeki metinler, nereden gelip nereye gittiğimizi resmeden haritalar gibidir. Önümüzü ancak bu tecrübelerin ışığında görebiliyoruz.
Üstad Sezai Karakoç da hatıratların bu yönünü bildiğinden olsa gerek ülkemizin en çalkantılı günlerine dair gördüklerini, bildiklerini, yaşadıklarını yazma gereği duymuş. Üstadı bilenler bu konularda ne denli ketum olduğunu bilir. Karakoç, ömrü boyunca kendini kenarda tutmayı, tevazuyu ve davaya bağlılığı âdeta ahlakı hâline getirmiş benzersiz bir simadır. İş böyle olmasına rağmen Üstad’ın kendi yaşamından hareket ederek ve de kendini âdeta zorlayarak hatıralarını kaleme almış olmasında derin hikmetler bulunduğunu görebiliriz.
Nitekim “Hâtıralar”ın hemen başında Üstad şu cümleleri yazma gereği duymuş: “Geriye dönmek belki kimileri için çok zevkli bir uğraştır. Ama benim için hiç de öyle değil. Baştan beri bir daha yaşamak demek olan hâtıraları gözden geçirmek, ateşten bir azap demek benim için. Ama öyle de olsa tecrübelerimizden yararlanacak birkaç kişi çıkacaksa, bu azaba katlanmaya değer…”
Karakoç mizacına paralel olarak kişisel konular hakkında konuşmak, yazmak istemez. Çünkü ömrü boyunca bunu ilke edinmiştir. Öte yandan geçmişi anlatmak, hatası ve sevabıyla yaşadıklarını bugüne taşımak, bir şekilde hayatında rol oynamış kişileri de anlatmak manasına gelmektedir. Bundan dolayı zaman zaman hakka girdiği duygusuna kapılır. Hatta İslam mutasavvıfı İbni Arabî’nin bir sözünden yola çıkarak hâtıralarına dâhil ettiği kişilerin öte dünyada kendisinden davacı olacaklarını düşünür ve tedirgin olur: “Muhyiddin-i Arabî Hazretleri, tasvir edilen kişilerin ahirette canlanarak ressamlarından davacı olacaklarını söyler. Hâtıralarını yazanlardan ise, kendisinden bahsedilenler mi yoksa bahsedilmeyenler mi ötede davacı olur diye düşünmekten kendimi alamıyorum.”
Bu hâletiruhiye ile başlayan “Hâtıralar”ın yazımı yaklaşık dört yıl sürmüştür. Üstadın bu hatıraları “Diriliş” dergisinin yedinci ve son döneminde neşredilmiştir. “Hâtıralar” başlığını taşıyan köşe, 25 Temmuz 1988 tarihinden itibaren haftalık olarak çıkan derginin her sayısında düzenli olarak okurla buluşmuştur. Son hâtıra, 5 Şubat 1992 tarihli derginin 131-132-133. sayısına aittir. Diriliş dergisinde yayımlanan bu “Hâtıralar”, onun 1933 yılından 1974 yılına kadar yaşadıklarını detaylı bir şekilde yansıtır. Dikkat edilirse bu yıllar ülkemizin ve milletimizin en karanlık dönemlerinden birine tekabül etmektedir.
Üstad’ın “Hâtıralar”ı özellikle üç başlık altında önemli bilgiler içeriyor: 1- Karakoç’un ailesine, çocukluğuna, sanatına ve 1974’e kadarki gelişimine/dönüşümüne dair ayrıntılar, 2- Ülkemizin yakın tarihine dair siyasi, ekonomik, kültürel, psikolojik, sosyolojik değerlendirmeler, 3- Modern Türk şiirinin önemli aşamalarından biri olan İkinci Yeni’ye dair tanıklıklar.
“Hâtıralar”ın mihenk taşı diyebileceğimiz isim hiç şüphesiz Necip Fazıl Kısakürek’tir. Hem Sezai Karakoç’un tefekkür dünyasını inşa eden münevver olması hem de kendisine örnek aldığı dava adamı olması onu “Hâtıralar”ın başköşesine taşımıştır. Karakoç’un Üstad’ına gösterdiği bağlılığı, vefası ve saygısı her türlü tarifin ötesindedir. Eserde ayrıca Cemal Süreya, Osman Yüksel Serdengeçti, Adnan Menderes, Mehmet Şevket Eygi, Ali Fuat Başgil, Erol Güngör, Ziya Nur, Gökhan Evliyaoğlu, Said Nursi, Fethi Gemuhluoğlu, Nurettin Topçu gibi isimler de sıklıkla yer almış.
Üstadın hatıralarını okuduğunuzda, milletimizin bir medeniyet dairesinden başka bir medeniyet dairesine geçişinin sancılarını; toplum içinde yaşanan gerilimleri, çatışmaları; siyasetin inişli çıkışlı hikâyesini; İslami kesimin güçlü bir alternatif olarak ortaya çıkışını; edebiyatımızın hızlı gelişimini; ideolojilerin tutunma çabalarını; inancını yaşamak isteyen öncülerin çektiği çileleri ve daha nicesini ilk ağızdan öğrenebiliyorsunuz. Üstad, tüm bu süreçte âdeta çağının duyarlı bir tanığı olarak gördüklerini kendi tefekkür süzgecinden geçirerek/yorumlayarak eserinde bizlere aktarmaktadır.
1000 sayfalık bu değerli tanıklıkları okuduğunuzda yazılanların daha çok bugün için olduğunu kavrayabiliyorsunuz. Bu anlamda Karakoç, geçmişte nice bedeller ödenerek kazanılan hakların bekası noktasında milletimize rehberlik yapmaya devam ediyor. Hem samimiyeti, hem derin tefekküre dayanması hem de bedeli koca bir ömürle ödendiği için bu tanıklıkların gün geçtikçe değerinin artacağını söyleyebiliriz. Bu sebeple özellikle aydınlarımızın, siyasetçilerimizin, akademisyenlerimizin, şair ve yazarlarımızın bu hatıraları döne dolaşa okuması faydalı olacaktır.
Üstadın ruhu şad, mekânı cennet olsun.