Allah’ın Resulü Muhammed Aleyhisselam, “Yemek yiyenlerin büyük tabağa üşüştükleri gibi insanların size karşı birleşip üşüşmeleri yakındır” demişti. O gün orada bulunanlardan bir tanesi, “Ey Allah’ın Resulü, acaba o zaman biz sayıca az mı olacağız?” diye sordu.

Kâinatın Efendisi (SAV), “Hayır, bilakis siz o zaman sayıca çok olacaksınız. Fakat siz selin sürüklediği çerçöp gibi dağınık olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu çıkartacaktır. Sizin kalplerinize de vehen atacaktır” buyurdular. “Vehen nedir, ey Allah’ın Resulü?” diye sorduklarında “Dünya sevgisi ve ölüm korkusu” dedi.

Bu sözün üzerinden yaklaşık 1500 sene geçti. Birçok olay yaşandı. Bunların içinde bizzat şahit olduklarımız da var. Örneğin Bosna’da Sırplar tarafından yaklaşık 10 bin Müslüman katledildiğinde en bilginimizden en bilgisizimize, en korkağımızdan en cesaretlimize kadar herkes o “Dünya sevgisi ve ölüm korkusu”nun etkisinde kalarak ”biz ne yapabiliriz ki!” demişti.

Hemen akabinde Afganistan’da Müslümanlar birbirini öldürmeye kalktıklarında, ABD ve beraberindeki şer güçler Afganistan’ı ateşe verildiklerinde bizler yine o batıl cümleyi kullanmıştık “Biz ne yapabiliriz ki!”

Daha sonra ABD tarafından Irak işgal edilip kardeş kardeşe kırdırıldığında, Ebu Güreyb Cezaevi’nde en vahşi işkenceler yapıldığında, ırzına geçilen Müslüman kadınların feryadı gök kubbeyi parçaladığında, Müslümanlar olarak yine bizi helak edecek o “Biz ne yapabiliriz ki” cümlesini kullanmıştık.

Suriye’de Batı güdümlü Esed rejimi özgürlük istiyorlar diye, kadın erkek, yaşlı çocuk demeden her tarafa varil bombaları yağdırdığında Müslümanlar olarak yine o “Biz ne yapabiliriz ki” cümlesini kullanmış ve eften püften mazeretlerin arkasına saklanmıştık.

Oysa hepimiz çok iyi biliyoruz ki, bu mazeretlerimizin bir kıymeti harbiyesi olmadığı gibi bu vurdumduymazlık nedeniyle gün gelecek biz de kardeşliğin o merhametine muhtaç olacaktık.

Bu topraklarda 30 yıl boyunca Batılı güçler tarafından kardeşi kardeşe öldürtmek için kurulan hain plan işlemeye devam etti; ama bizler “Devlet elinden geleni yapıyor” dedik ve yine sağır kesildik.

Oysa biz Müslümanlar, bizim ile kâfirler arasında olan savaşlarda savaşçı, kendi aramızda yaşananlara da barışçı olmalıyız ve kendimiz kadar başkasının da zulme uğramasına razı olmamalıyız.

Şimdi aynı şeyler yaşanmaya devam ediyor ve bizler yine seyrediyor, yine “Biz ne yapabiliriz ki” cümlesini kullanıyoruz.

Kim diyebilir ki şer güçler bizim barış için çaba sarf etmediğimiz kadar onlar da savaş ve kaos çıkarmaya çaba sarf etmiyorlar.

Acil olarak bu dökülen kana daha fazla seyirci kalmadan işimizi, gücümüzü dersimizi derneğimizi bırakıp bir şeyler yapmalıyız.

Çünkü dökülen bu kan yukarıda saydıklarımın hepsinden daha kutsal ve daha değerlidir.

Sayıca çok olmak ama çerçöp gibi sağa sola dağılmak bir güce dönüşmemize mani oluyor.

Zulüm sırasıyla kapılarımızı yokluyor, her sessizlik, her vurdumduymazlık sayıca az ama organize karşı güçleri üzerimizde mağlup ediyor.

Son bir asırdır dünya haritasını karşımıza aldığımızda, bizden daha perişan, daha rezil ve daha zelil bir durumda olan bir başka milleti maalesef göremiyoruz.

Dahası bunca kan ve gözyaşı içinde, değil ahiretimizi uğrunda her şeyimizi feda ettiğimiz dünyamızı bile imar etmemiz ve kurtarmamız artık mümkün de görünmüyor.

Ümmet coğrafyasında yaşanan bu duruma daha fazla seyirci kalmadan ve mazeretler üretmeden artık harekete geçmeliyiz.

Aksi takdirde sündürmek için çaba sarf etmediğimiz bu ateş çok geçmeden gelip bizi de yakacaktır.