Suriye’de 8 Aralık 2024 tarihinde büyük bir devrim gerçekleşirken Rusya ve İran gibi ülkeler Suriye’de bulunan askerlerini ve milis güçlerini geri çekmeye başlamıştı. İsrail ise geçiş dönemindeki güç boşluğunu fırsat bilerek, 1967’den beri işgal altında tuttuğu ve 1981 yılında ilhak ettiğini açıkladığı Golan bölgesindeki sınır hattının da ilerisine geçerek sözde kendine yeni bir tampon bölge oluşturma girişimine yeltenmiştir.

Hatta bunun hemen öncesinde, tam da Suriye halkı 53 yıllık zalim Esed rejimini devirmeyi amaçlayan harekâtı başlatmış ve Halep’ten güneye doğru hızla ilerlerken İsrail ilginç bir şekilde Suriye’ye yönelik hava saldırıları gerçekleştirmeye başlamıştır. Oysa yaşananlar tamamen Suriye içi bir gelişme olup halkın zalim diktatöre karşı bir başkaldırısıydı. Yani ortada İsrail’e yönelik herhangi bir tehdit yoktu.

Aslına bakarsanız İran destekli Şii milislerin Suriye topraklarından çıkmasından dolayı İsrail’in mutlu olması ve belki de Suriye halkına teşekkür etmesi beklenirdi. Ama sahadaki durum hiç de öyle olmadı. Zira İsrail uçakları önce Şam’da bulunan istihbarat teşkilatı Muhaberat’ın binası ile dışişleri bakanlığının evrak ve dokümantasyon binasını vuruyor ve ardından Lazkiye’de bulunan Suriye donanmasına ait unsurları ve ülkenin muhtelif yerlerindeki sözde kimyasal silah depolarıyla, ağır silahların bulunduğu silah depoları ve cephanelikleri vuruyordu.

İyi de ne olmuştu da İsrail Esed’in yönettiği Suriye’ye bir taş atmazken, tam da Suriye’de yönetim el değiştirirken ve İsrail’in sözde düşmanı Beşşar Esed ülkeden kaçma hazırlıkları yaparken İsrail aşka gelip böyle kritik vuruşlar yapıyordu.

Neyse ki bunun sebebini anlamamız çok da uzun sürmedi. Nihayet 8 Aralık’ta Şam, Esed rejiminden kurtarıldığında ortaya saçılan belgelerden anlaşıldı ki meğer Esed ve bazı generalleri bu kritik noktaların listesini ve koordinatlarını vursun diye İsrail’e vermişler.

Artık vatansız olduğuna göre Esed’e vatan haini denir mi bilemedim ama bu yaptığının karşılığı her yerde vatana ihanettir ve bir gün Suriye’de işlediği insanlığa karşı suçlar ile savaş suçları nedeniyle yargılanmadan önce mutlaka vatanına ihanet suçundan da yargılanmalıdır.

Peki, İsrail ile Esed arasındaki bu iş birliği nereden kaynaklanıyordu? Öyle ya iki ülke en son 1973 Yom Kippur Savaşı’nda karşı karşıya gelmiş ve 1974’te imzalanan “kuvvetlerin ayrışması” anlaşmasıyla bugün İsrail’in işgali altında olan Golan’ın bitiminden itibaren farklı derinliklerde bir tampon bölge oluşturulmuştu.

O vakit Suriye bu tampon bölgedeki köyleri boşaltmış ve burada yaşayanları da tahliye etmişti. İsrail ise aradan geçen süre içerisinde Golan’a adına Yahudi yerleşimci denen toprak hırsızlarını yerleştirmiş ve sınır hattını da tahkim ederek buraları kısmen de olsa iskâna açmıştı.

Yani sözde İsrail’in can düşmanı olan baba Esed Suriye topraklarından vazgeçip, geri almak için de kılını dahi kıpırdatmazken İsrail buraları da kendi sınırlarına eklemek için türlü ayak oyunlarına başvurmuştur.

2011’de Suriye’de iç savaş başladığında İsrail de Esed’in gitmesini isteyenler cephesindeydi. Ancak Mısır’da 2012 yılında Müslüman Kardeşler’in adayı Muhammed Mursi’nin cumhurbaşkanı seçilmesi ve o güne kadar İsrail ile müttefiklik ilişkisi içerisinde olan Mısır’ın İsrail’den uzaklaşmaya başlamasıyla İsrail’de alarm zilleri çalmaya başladı. 3 Temmuz 2013 tarihinde Mısır’da gerçekleşen askerî darbeye en çok sevinenlerden birinin İsrail olması tam da bu yüzdendir. Zaten bu saatten sonra, muhaliflerin Esed’e göre muhafazakâr olması ve Müslüman Kardeşler ile ilişkilendirilmesi nedeniyle Suriye’de muhtemel bir iktidar değişikliğine en çok karşı çıkan da yine İsrail olmuştur. 

İsrail’deki bu tutum değişikliği ABD’nin Suriye politikasını da değiştirmiş ve ABD bu süreçte Türkiye ile yol yürürken İsrail’in telkinleriyle Esed’in düşürülmesinden vazgeçmiş ve hemen akabinde planlanan DEAŞ tiyatrosuyla bölgedeki yeni müttefikleri olan PKK/YPG terör örgütüyle temas etmiştir.

İşte o andan sonra bölgede İsrail’in yazdığı; ABD, Rusya ve İran ile bazı Körfez ülkelerinin başrolünü DEAŞ ve PKK/YPG ile paylaştıkları Türkiye karşıtı oyun sahnelenmeye başlamıştır. DEAŞ hızlı bir şekilde elinde tuttuğu alanları PKK/YPG’ye devrederken, başta ABD olmak üzere sözde müttefikimiz olan Batılı ülkeler PKK/YPG terör örgütüne binlerce tır silah göndererek adı Kürt devleti ama aslında PKK’nın terör devleti olacak bir yapıyı kurmak için girişimlere başlamışlardır.

Tüm bu süreçlerde Esed, PKK/YPG’ye hiç dokunmamış hatta muhaliflerle çatıştıkları bazı durumlarda onlara destek bile olmuştur.

İsrail ise 2017’de Irak’ın kuzeyindeki Kürt bölgesel yönetiminin aldığı tek taraflı referandum kararını destekleyen yegâne ülke olurken Türkiye’nin girişimleriyle bu sürecin kadük kalmasıyla en büyük kaybeden olmuştur.

Bu sefer gözünü Suriye’nin kuzeyine diken İsrail, Trump’ın 2018’de Türkiye’nin de talebiyle Suriye’den çekilme kararına muhalefet edip, kararın uygulanmasına engel olmuştur. Böylelikle Suriye’nin kuzeyinde PKK devleti kurma hayali devam etmiştir. Ancak Türkiye’nin 2019 yılındaki Barış Pınarı Harekâtı’yla PKK’nın sözde kantonlarının birleşmesini ve oluşturulacak koridorun Akdeniz’e ulaşması engellenince İsrail basını, “Altı yıllık çabalarımız bir anda çöp oldu.” ve “İkinci İsrail projesi çöktü.” başlıkları atmıştır.

Ama İsrail pes etmedi ve Türkiye’ye rağmen ABD’nin PKK/YPG’yi silahlandırması için tüm lobi gücünü devreye soktu. PKK/YPG bu sefer de İran’a karşı kara gücü olarak pazarlanmaya başlandı.

Peki, tüm bu süreç boyunca Esed topraklarını korumak için ne yaptı?

Tabii ki hiçbir şey. Zira ona Şam’dan Lazkiye’ye uzanan, mümkünse Halep’in de içinde bulunduğu bir Nusayri devleti yetiyordu. Varsın, geri kalan yerler PKK/YPG’nin olsundu. Zaten İsrail’in 7 Ekim’den sonra hayata geçirdiği bölgenin yeniden dizaynını içeren planı da işliyor ve Gazze’nin ardından sıra Lübnan’a geldiği gibi Suriye de sırasını bekliyordu.

Oyunun ve planın farkında olan Türkiye ise en üst perdeden uyarılarını yapıyor ve güneyinde hissettiği tehdidi bertaraf etmek için gerekli her şeyi yapacağını dünya âleme duyuruyordu. Buna rağmen Esed, önce tamam dediği normalleşme teklifini geri çeviriyor ve Suriye topraklarında hiçbiri sınırdaş olmayan pek çok ülkenin askeri varken sadece Türk ordusunun çekilmesini ön koşul olarak ortaya sürüyordu.

İşte tam da böyle bir atmosferde HTŞ ve SMO’dan müteşekkil muhalif güçler harekete geçip Esed’i deviriyor ve iktidarı ele geçiriyorlardı. Rejim ordusunun yer yer hiç çatışmaya girmeden çekildiği bölgelerde bıraktığı silahlar muhaliflerin eline geçiyor ve bu sayede daha da güçleniyorlardı. Velhasıl Şam’a ulaşılmış ve devletin sahip olduğu her şey şimdi ülkenin defakto yöneticileri olan devrim güçlerine geçmişti.

Devrimin başındaki Ahmet eş-Şera’nın yaptığı ilk açıklamada Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanacağını söylemesi ve PKK/YPG’ye silah bırakıp teslim ol çağrısı yapması, en çok da İsrail’i rahatsız etmiştir.

Ne yani, şimdi yıllardır uğraştığı ve taşlarını tek tek döşediği sözde Kürt devleti yani PKK’nın terör devleti kurulamayacak mıydı?

Hâliyle kızmışlardır. Oysa Esed iktidarda kalsaydı planları ne güzel işleyecekti. Ama şimdi iktidarda dünün muhalifleri, bugünün devrim güçleri vardı ve onların da bu terör devletine izin vermeye hiç niyetleri yoktu.

İşte bu yüzden Esed’e dostluk yapıp onu iktidarda tutmaya çalışan İsrail, Yeni Suriye’ye düşman olmuştur. Bu kirli iş birliğinin izlerini silmek için Muhaberat’ın binasını vursalar da artık mızrak çuvala sığmamaktadır. Önümüzdeki günlerde Esed ile İsrail arasındaki gizli kapaklı ilişkileri gösteren yeni belgeler ortaya çıkarsa da şaşırmayın derim.