Nazım Hikmet Ran, “Saman Sarısı” isimli şiirinde ünlü ressam Abidin Dino’ya “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” diye sormuştu.

Bu sözün üzerinden yaklaşık yarım asır geçti, hem o soruyu soran Nazım Hikmet hem de mutluluğun resmini bir türlü çizemeyen Abidin Dino öldü.

Abidin, mutluluğun resmini çizemedi ama Abrahamlar bu coğrafyada mutsuzluğun devasa tablosunu yaptılar. Hem de yağlı boyayla değil, kan ve gözyaşıyla!

Coniler ve Siyonistler, işgal, sömürü ve ölümün portesini yaptılar boy boy.

Sürgün etmenin, duvar dibinde bırakmanın resmini.

İşkence ve tecavüzün resmini çizdiler.

Ebu Gureyb cezaevindeki işkencelerin resmini kazıdılar zihinlerimize.

Asla unutulmayacak olan Iraklı Nur bacının çığlığını…

Bağdat’ı, Kâbil’i, Halep’i birer harabe yığınına döndürdüler…

Ortadoğu’yu cayır cayır yaktılar.

Abidin Dino’lar mutluluğun resmini çizemeyince Feto gibilere ihanetin, Sılho gibilere kaos ve karanlığın resmini yapmak “vazife”si verildi.

PKK ve DAİŞ gibi kanlı örgütlerin eliyle kardeşi kardeşe düşman etmenin, kin ve nefret tohumunun resmini…

Bu yüzden de kan akıyor şimdi her yanımızdan.

Dört tarafı ateşle çevrilmiş bir akrep misali her dönüşümüzde zehirli iğneyi kendimize batırıyoruz.

Gerçekten de şaşkın bir durumdayız.

Neye nerden ve nasıl başlayacağımızı artık bilemiyoruz.

Elimizde, bizi mutluluğa eriştirmeyecek yetersiz ve “hikmetsiz bir bilgi”den başka hiçbir şey yok.

Kaybettik doğruluğun pusulasını.

Koca bir ümmet tüm bu acıların içinde kendilerine mutluluğun resmini çizecek bir ressam arıyor şimdi.

Parçalanmış umutlardan bir umut oluşturarak…

Acının ve kederin çığlığını atarak.

Peki, nasıl ulaşacağız mutluluğun resmine, o resim hayata, ete kemiğe nasıl bürünecek?

Elbette dünya var oldukça hak-batıl mücadelesi de devam edecek…

Tabi ki Siyonistler, ehli küfür dur durak bilmeden hakka galebe çalmak için çırpınacak.

O halde?

Yeniden iman etmek gibi temel bir derdimiz olmalı.

Mevcut hal yeni bir medeniyet inşa etmeye yetmiyor. Ümmetin evlatları tecavüze uğruyor, sürgüne gönderiliyor, öldürülüyor.

Oysa..

Böyle olmayacaktı. Biz yeryüzünde Allah’ın halifeleri olacaktık.

Şimdi muhasebe edin ve söyleyin: Allah’ın halifesi olmakla mevcut hal arasında ortak bir nokta var mı?

Hayır.. Hatta haşa!

Dünyanın herhangi bir yerinde “imdat” çığlığı atan mazlumların imdadına yetişmekle mükellef Müslümanlar kendileri himmete muhtaç..

Mutluluğun resmini hayata uyarlayacaktık. Sonra farklı mecralara savrulduk. Şimdi uzanacak bir el arayışındayız.

Ya hu, ne kepaze haldir bu, ne zavallılık, ne sakillilik..

Eğer bir işe yarayacaksa bunca çektiğimiz acı.. buradan tutunarak yeniden dirilişin kodlarına ulaşabiliriz. Her adımında “iyice bellediniz değil mi?” demeyi asla hatırdan çıkarmayarak, “ümmet yoksa yerin altı üstünden hayırlıdır” diyerek…

Önümüzde iki keskin seçenek var. Bu yol ayrımı ya bizi hakka ulaştıracak ya da hem dünyası perişan hem ahireti perişan bir akıbetle yüz yüze kalacağız.

Dikkat ederseniz yüzyıla yakındır Ortadoğu’da çizmiş oldukları o karanlık resme şimdi Türkiye’yi de dahil etmek istiyorlar.

Ellerinde fırça görünümlü Kalaşnikoflarla…