Sanatçı olmakla meşhur olmak birbirine karıştırılıyor. Toplumun önüne sanatçı diye çıkanların büyük çoğunluğu sanatçı değil “şovmendir”.  Görünürlükleri ne kadar çoksa piyasadaki yerleri de o kadar genişlemektedir. Çünkü geniş kitleler sürekli gördükleri yanlışları meşrulaştırırlar. Daha doğrusu bildikleri yanlışı, bilmedikleri doğruya tercih ederler. Bu toplumsal hafıza zaafiyeti sürekli “çıkıntılık” yapanları onaylar. Sanatlarında yetersiz kalanlar başka meziyetlerini öne çıkararak “ayakta kalma” mücadelesi verirler. Özellikle de sanatında zayıf olan gerek kadın gerekse erkeklerin birer “cinsel” obje gibi seyircilerin önüne çıkıyor olmaları rahatsızlık vericidir.

Sanatçı denince toplumun geniş kesimi tarafından akla gelen sahne sanatçılarıdır. Oysa gösteri sanatları büyük bir yelpazenin çok küçük bir cüzüdür. Sanat, mimari, müzik, resim, edebiyat, sinema, tiyatro gibi çok geniş bir alanı kapsar. Her sanat geniş toplum kesimlerine hitap etmeyebilir. İlgilisine ve meraklısına seslenir.

Genellikle sanatçılar bir dalda temayüz ederler. Fakat toplum onları sadece hangi sanatta uzman olduklarıyla değil her yönüyle topyekûn kabullenme taraftarıdır. Bunu istismar ederek sanatının dışında da söz söyleme ihtiyacı duyan sanatçıların bir kısmının düştükleri garip durumlar artık herkesin dikkatini çeker hâle geldi. Çünkü bu zât-ı muhteremler bilmedikleri derin sulara girerek âdeta saçmalamaktadırlar. Yıllar önce bir okul açılış programına katılan çok meşhur bir sanatçıya “Gençlere bir şeyler söyle, tavsiyelerde bulun.” diye istirham etmiştim. Sanatçının cevabı çok ilginçti; “Üstat, ben sadece iyi türkü söylemesini bilirim. Bu taze gençlere söyleyeceğim çok şey yok. Yanlış şeyler söylemekten korkuyorum. İstediğin kadar türkü söyleyeyim ama beni konuşturma.” diyerek affını istemişti. İlk önce şaşırmıştım ama sonra ne kadar erdemli bir davranış olduğunu anladım.

Sanatçılar için en tehlikeli alanlardan birisi de siyaset konuşmaktır. Sanatçı, toplumun bütün kesimlerine hitap etme çabasında olmalıdır. İnsanların hassas oldukları konularda onları incitmemelidir. Toplumun millî ve manevi değerlerine azami hassasiyet göstermelidir. Bir sanatçının yapacağı yegâne iş, sanatını icra etmek olmalıdır. Ancak bizde gerçek sanatçılar ya çok az konuşurlar ya da hiç konuşmazlar. Konuşması gerekenler konuşmaz, konuşmaması gerekenler haddinden fazla lüzumsuz konuşur.

Sanatçılardan bir kısmı festival, konser, ödül gibi zeminlerde muhalefet etmeyi ve toplumun değerleriyle alay etmeyi alışkanlık hâline getirdiler. Hele başına geçtikleri mikrofon bir yabancı ülkede bir sahnede ise “milletini aşağılamak ve rencide etmek” moda oldu. Garip bir “eziklik” psikolojisiyle devletini, milletini şikâyet etmek hangi ruh hâlinin ürünüdür, diye düşünmemek elde değil. Eğer yaptığınız sanatla topluma hitap etmiyorsanız niye toplumun önüne çıkıyorsunuz o zaman?

Aslında bu milletle çatışmanın arka planında “toplum mühendisliği” yapan küçük ama etkili bir grup var. Bir dar halka oluşturmuşlar, sanatın ve sanatçının meşruiyetinin onların onayından geçmesi gerektiğini dikte ediyorlar. Maalesef acı olan ise uzun yıllara sâri bu hastalıklı zihniyete destek olanların başında devlet kurumlarının ve halkın seçtiği temsilcilerin gelmesidir. Artık “Türkiye Yüzyılı”nda bu tür sözde sanatçı, şovmenlere iltifat etmemek gerek.