Filistin dramının karşısında devletlerin tavrını üçe ayırabiliriz. Birincisi İsrail ve siyonizmin güdümünde olanlar. Sıralayacak olursak ABD ve İngiltere, Almanya, Fransa başta olmak üzere Avrupa Birliği ülke yönetimleri. Bunlar, gözü kapalı bir şekilde yaşanan soykırıma aktif destek veriyorlar. Burada belirleyici Amerika Birleşik Devletleri’dir. Diğerleri devlet olmakla beraber yönetimlerinin, ABD’den bağımsız hareket etme şansları yoktur. Amerika yönetimlerinin ana belirleyicisi ise Yahudi lobisidir. Örneğin ABD’de seçimleri ister Cumhuriyetçiler ister Demokratlar kazansın Yahudi lobisine ve İsrail’e selam çakmadan yola çıkamazlar. Bir önceki yönetim Cumhuriyetçilerde idi ve Başkan Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etti. Demokrat olan mevcut başkan Biden ise katliamın devam ettiği günlerde uçak gemisini zaten ablukada olan Gazze kıyılarına göndererek ve kendisi de bizzat bölgeye giderek Netanyahu’nun yanında olduğunu tüm dünyaya gösterdi.
Avrupa ülkelerinin Amerika’ya tam bağımlılıkları 2. Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşti. Galip gelenlere destek olup yenilenlere hami sıfatıyla el koyan ABD’nin fiili yönetimi hâlâ devam ediyor. Bir de Avrupa Birliği ortaya çıkınca tek tek devletlerle uğraşmak yerine yönetimi ele geçiren bürokratlarla ilişki kurmak daha da kolaylaştı. Birlik oluşumu millî devletleri ve onların yönetimlerini zayıflattı. Avrupa’da halkın iradesine sahip güçlü ve millî liderler yok artık. Amerika ve arkasındaki Yahudi lobisi, Avrupalı devlet yöneticilerini medya aracılığıyla terbiye etmeye devam ediyor. Medya, tüm kamuoyunu tek taraflı manipülasyonla kontrol altında tutuyor. Çoğu zaman örnek gösterilen ve sözde bağımsızlıklarıyla övünen medya kuruluşlarının Gazze’de yaşanan soykırımı nasıl yalan haberlerle yok saydıklarına hepimiz şahit oluyoruz.
Dünya ABD ve Avrupa’dan ibaret değil; peki diğer ülkeler ne yapıyor? İkinci kategoriye giren ülkeler arasında Çin, Rusya, Hindistan başta olmak üzere konuya taraf olmak istemeyen devletleri sayabiliriz. Onlar açısından bakıldığında; menfaatlerinin olmadığı bir konuda taraf olup yeni bir çatışma cephesi daha açarak ABD ve Avrupa ile ters düşmek istemediklerini düşünebiliriz. Zaten dünya siyasetini belirlemek açısından bu ülkelerin küresel düzeyde bir iddiaları da genellikle pek olmamıştır. Dünyanın birçok ülkesinin durumu bu minval üzerinedir.
Kudüs’ü ilk kıble olarak bilen, bir yerde zulüm varsa ona karşı durmak için çabalaması gereken ve sıralamamıza göre üçüncü kategoride yer alan Müslüman ülkeler ne yapıyor? Maalesef bu ülkelerin bir kısmında yönetimler ABD güdümlü odakların elinde olduğu için ses çıkarmamayı tercih ediyorlar. “Tepki verir, ses çıkarırsam iktidar elimden gider.” korkusuyla sütre gerisinden fısıltıyla mırıldanıp halklarına sükûnet çağrısında bulunuyorlar. İktidarlar seçimle iş başına gelmediği için bu ülkelerde kamuoyundan ve sivil toplumdan söz etmek de mümkün görünmüyor.
Yapılan soykırıma tepki gösteren ve halkın yönetimleri desteklediği diğer ülkelerin de birçok bakımdan gücü yetmediği için yapacak pek bir şeyleri yok. Ara bulucu olmaya, ortamı sakinleştirmeye çalışıyorlar ama nafile. Kırk parçalı bohça hâline gelmiş, küçük meselelerle birbirleriyle didişen bu ülkelerin bir araya gelme iradeleri de yok.
Maalesef devletler dünyanın gözü önünde gerçekleşen bu soykırım karşında sınıfta kaldı. Sadece devletler değil; uluslararası örgütler, insan hakları dernekleri, ilim dünyası da aynı durumda. Geriye sadece yürekli insanlar kalıyor. Onlar da yönetimlerin baskı ve yasaklamalarına rağmen yine de meydanları doldurarak soykırıma ‘dur’ diyorlar fakat ellerinden protesto etmekten başka bir şey de gelmiyor.