Son aylarda Avrupa kıtasında yaşanan önemli siyasi ve ekonomik gelişmeler hem kıtadaki hem de dünyadaki güç dengelerini tamamen değiştirebilir. Değerlendirmemize öncelikle AB’den ayrılarak kendine bambaşka bir yol çizmiş olan İngiltere ile başlayalım. Brexit’ten sonra İngiltere toparlanamadı. Theresa May, Boris Johnson ve son olarak da Liz Truss’ın istifasından sonra Hint kökenli Rishi Sunak, ülkenin yeni başbakanı oldu. Sunak, ülkenin içinde bulunduğu durumu “derin bir ekonomik zorlukla karşı karşıya olduğumuza şüphe yok” diyerek açıkça itiraf etti.
Avrupa Birliği’nin üçüncü büyük ekonomisi İtalya’ya dönüp baktığımızda ise ülkede İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ilk defa aşırı sağ iktidara geldi. Gençken Mussolini hayranı olan Giorgia Meloni ülkenin yeni başbakanı oldu. Tıpkı İngiltere gibi İtalya’nın da ekonomik durumu hiç parlak değil. Euro bölgesinde İtalya, Yunanistan’dan sonra en yüksek kamu borcuna sahip ülke. İtalya’nın GSYİH’sinin yüzde 150’sine tekabül eden bir kamu borcu var.
İtalya’nın yeni hükümeti AB çevrelerini endişelendiriyor. “Brexit’ten sonra Italexit de mümkün mü?” sorusu tartışılırken bir de Avrupa’yı son aylarda derinden sarsan Ukrayna Savaşı, Fransa ve Almanya arasındaki görüş ayrılıklarını da gün yüzüne çıkardı. Avrupa Birliği’nin temel taşlarını oluşturan bu iki ülke de ortak bir politika izlemekten aciz kalırsa AB’nin geleceği ne olur?
Merkel ve Macron bir şekilde Fransa ve Almanya arasındaki ilişkilerin iyi bir seviyede ilerlemesini sağlayabilmişlerdi. Ancak Olaf Scholz hükümeti, Ukrayna savaşının Almanya üzerinde oluşturduğu olumsuz etkileri en aza indirmek amacıyla özellikle enerji ve savunma alanlarında Avrupalı ortaklarına danışmaksızın ulusal bir strateji takip etmeyi tercih etti. Bu durum, Nisan ayında tekrar Cumhurbaşkanı seçildiğinden beri AB’nin liderliğini üstlenme hayali kuran Macron’u tabii ki rahatsız ediyor. Hatta öyle ki iki ülke arasında ekim ayında Paris'te gerçekleştirilmesi planlanan ortak kabine toplantısı Ocak 2023'e ertelendi.
Paris ve Berlin arasında temel olarak dört konuda görüş ayrılıkları ortaya çıktı. Öncelikle Scholz hükümeti, şirket ve hane halklarını yükselen enerji fiyatlarının olumsuz etkilerinden korumak amacıyla 200 milyar euroluk bir yardım paketi açıkladı. Macron’a göre ekonomisi güçlü bir AB ülkesinin tek başına aldığı bu karar Avrupa piyasasını sarsabilir. Fransa, bu konuda Almanya’yı “bencillikle” suçluyor. Aynı şekilde, iki ülke doğal gaza tavan fiyat uygulanması konusunda da anlaşma sağlayamıyor. Bu fikri Fransa, İtalya, İspanya ve Belçika'nın da aralarında bulunduğu AB üyesi 15 ülke desteklerken, Almanya, Hollanda ve Danimarka gibi ülkeler ise böyle bir uygulamanın enerji arz güvenliğini riske sokacağını savunuyor. Fransa'nın enerji alanında itiraz ettiği bir başka konu da Almanya ve İspanya'nın Pirene dağları üzerinden geçecek bir doğal gaz boru hattı (MidCat) inşa etme girişimi oldu. Fransa, daha sonra Portekiz ve İspanya ile görüşerek, iki ülke ile MidCat yerine BarMar adlı hidrojen ve gaz boru hattı inşa etmek için anlaşmaya vardığını açıkladı. Son olarak, Fransa ve Almanya gerginliğine sebep olan bir diğer konu da savunma sanayi ile ilgili. Almanya, savunma harcamaları için 100 milyar euroluk “özel fon” kurduklarını açıklamıştı. Ancak Almanya Eurofighter’lar yerine F-35'ler satın alacağını açıklayarak askeri harcamalarını Avrupalı değil de ABD'li şirketlere yatırım yapmayı tercih etti.
Peki iki Avrupa gücünün arasındaki sürtüşme daha nereye kadar devam eder? Bugün Macron ve Scholz Paris’te bir araya geldiler. Her ne kadar objektifler karşısında gülümseyen pozlar verseler de enerji krizinin getirdiği ekonomik kriz aradaki anlaşmazlıkları arttırabilir. Böylece bugün karşımıza her zamankinden daha dağınık ve rekabet halinde bir Avrupa tablosu çıkıyor. Belli ki yavaş yavaş Avrupa’nın yüzyılı biterken şimdi de dünya sahnesinin parlayan yıldızı Türkiye Yüzyılı başlıyor.