Dünden beri yeni gündemimiz, Avrupa Parlamentosu (AP) tarafından hazırlanan ve 18'e karşı 434 oyla AP Dışişleri Komisyonu’nda kabul edilen 2022 yılı Türkiye raporu. Rapora göre, Türkiye'nin AB'ye katılım süreci "mevcut koşullar içinde" yeniden başlatılamaz. Hâl böyleyken AB'ye üyelik yerine AB-Türkiye ilişkileri için "paralel ve gerçekçi" bir çerçeve bulunması öneriliyor.
Aslında söz konusu tavsiye pek de yeni değil. Geçmişte Fransa eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de dâhil olmak üzere birçok Avrupalı siyasetçi, Türkiye için tam üyelik yerine "imtiyazlı ortaklık" gibi farklı seçenekler sunulması gerektiğini vurgulamıştı. Son olarak Fransa'nın mevcut Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da "AB'nin bekleme odası" olarak kabul edilen "Avrupa Siyasi Topluluğu" projesini açıklamış, Türkiye ve Ukrayna gibi ülkelerin topluluğa katılması üzerine tartışmalar gerçekleştirilmişti.
Gerçekçi olmak gerekirse, Türkiye'nin 31 Temmuz 1959'da AB'nin atası olarak kabul edilen Avrupa Ekonomik Topluluğu'na yaptığı başvuruyla başlayan AB serüveni tam bir çıkmaza girmiş durumda. Avusturya Başbakanı Karl Nehammer, Türkiye'nin AB müzakerelerinin resmen sonlandırılması çağrısında bile bulundu.
AB'nin Türk vatandaşlarına vadettiği vize serbestisi konusunda da hiçbir somut ilerleme olmadığı gibi AB'nin 2010 yılından beri vatandaşlarına vize serbestisi imkânı sunduğu Bosna Hersek'e, Türkiye'ye vize uygulaması için baskıda bulunduğu bile ortaya çıktı. Bununla paralel olarak Schengen vizesi başvurusunda bulunan Türk vatandaşlarına ret oranları rekor düzeyde artıyor. Bazı Avrupa ülkelerinin, 2022'de Türkiye'den başvuruları reddetme oranları 2019'a kıyasla iki katına çıktı. Bunu tamamen siyasi bir şantaj olarak yorumlayabiliriz. Öyle ki Batı ülkelerinin sözde yaptırım uyguladığı Rusya'nın ret oranı Türkiye'den düşük.
Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İsveç'in NATO üyeliği tartışmaları sırasında Türkiye'nin AB üyeliği meselesini tekrar gündeme getirmesiyle Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir sayfanın açılabileceği düşünülmüştü. Ancak son gelişmeler ışığında artık bir yol ayrımına girdiğimizi söyleyebiliriz.
Peki Türkiye ne yapmalı? Son olarak altı yeni ülkenin de üyeliğe davet edilmesiyle genişleyen BRICS gibi alternatif oluşumlara mı katılmalı? Yoksa Türk Devletleri Teşkilatı ile kendi yolunu mu çizmeli? Bizler kendimize bu soruları soraduralım Batı ülkeleri, içinde bulunduğumuz coğrafyayı daha da karıştırmaya devam ediyor.
Malumunuz tam ilişkiler normalleşmeye başladı derken Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki gerginlik tekrar tırmandı. Rusya'ya sırtını dönen Ermenistan ABD ile ortak tatbikat başlattı. Bu sırada sözde ABD karşıtı İran da Ermenistan lehine söylemlerini artırdı. İran'ın bu pozisyonunda Zengezur Koridoru karşıtlığı da rol oynuyor. İran Araştırmaları Merkezi'nin konuyla ilgili yayımladığı bir yazısında, İran'ın "bu koridorun hayata geçmesiyle birlikte NATO’nun, Türkiye ve Azerbaycan üzerinden Hazar Denizi’ne ulaşarak İran ve Rusya’yı çevreleyeceğinden endişe duyduğu" belirtiliyor.
Zorluklara direnen Türk ekonomisi
Batı dünyasının Türkiye karşıtlığı hız kazanırken ekonomik anlamda ise tam bir ikilem içindeyiz. Ekonomik refahımız için en büyük ticari ortağımız olan ancak diğer yandan da siyasi gerginlikler yaşadığımız AB ile ilişkilerde dikkatli davranmalıyız.
Ülke içinde sürekli artan fiyatlarla hayatımızı zehir eden yüksek enflasyondan duyulan rahatsızlık artarken makroekonomik veriler yüzümüzü güldürmeye devam ediyor. 50 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği depremlere rağmen Türkiye ekonomisi yılın ikinci çeyreğinde yüzde 3,8 büyüdü. Bu rakamla ülkemiz, OECD'nin en hızlı büyüyen ikinci ülkesi oldu. Bunun haricinde, Uluslararası Kredi Derecelendirme Kuruluşu Fitch Ratings, Türkiye'nin kredi notunu "B" olarak teyit ederken kredi notu görünümünü iki yıl sonra negatiften durağana çıkardı. "Türkiye'deki belirsizliklerde azalma gördüğünü" belirten Fitch, ayrıca, Türkiye'nin bu yıla ilişkin ekonomik büyüme tahminini yüzde 2,5'ten yüzde 4,3'e yükseltti.
Batı ülkeleri ile gerilen ilişkilerimize rağmen ekonomimizde bir toparlanma yaşanması tabii ki umut verici. Türkiye, hepimizin maruz kaldığı ekonomik zorlukları atlatmaya çalışırken dünyanın geri kalanında da durum iç açıcı değil. Çin'in emlak piyasasında derinleşen çöküş, küresel büyüme beklentilerine gölge düşürüyor. Ayrıca Çin'in geçtiğimiz yıllarda 10'larda seyreden büyüme oranı artık aşağı yönlü revize ediliyor. Bu verilerle, tahminlerin aksine "dünyanın fabrikası" Çin'in yakın gelecekte dünyanın birinci ekonomik gücü ABD'yi geçmesi de zor gözüküyor.
Çin'de yaşananlar kadar Avrupa'daki gelişmeler de oldukça ilgi çekici. Özellikle Ukrayna Savaşı'nın yol açtığı enerji krizinden en çok etkilenen AB ülkesi Almanya'da ekonomi zorda. Almanya'nın önde gelen ekonomik düşünce kuruluşlarından Ekonomi Araştırma Enstitüsüne göre, Alman ekonomisi bu yıl yüzde 0,4 küçülecek. IMF'in tahminlerine göre Almanya, bu yıl küçülecek tek G7 ülkesi olacak. Tabii ki AB'nin en önemli ekonomik gücü yalpalayınca bunun olumsuz etkileri diğer AB ülkelerine de sirayet ediyor. Almanya'da yaşanan ekonomik zorluklar nedeniyle, AB Komisyonu, AB için 2023 büyüme tahminini, bahar tahminlerinde öngörülen yüzde 1,1’den binde 8'e, 2024’te ise yüzde 1,7’den 1,4’e düşürdü.
Dikkat çekici başka bir detay ise Almanya’da resesyon yaşanırken Fransa ve İspanya’da yükseliş beklentisinin olması. Peki bu durum AB içindeki iç dinamikleri değiştirip rekabeti tetikleyebilir mi? Almanya ve Fransa arasındaki liderlik mücadelesi hız kazanabilir mi? Ekonomik anlamda Ukrayna Savaşı'nın olumsuz etkilerine en çok maruz kalmış Almanya, kendisine bambaşka bir yol çizebilir mi? Belki de AB, Türkiye'ye kapıları kapatırken tam da Rusya'nın da hedeflediği gibi kendisi içten dağılacak. Ekonomik problemlerin cereyan ettiği bir birlikte, eninde sonunda siyasi ayrılıkların da yaşanması kaçınılmazdır.
O yüzden varsın onlar birlik olsunlar, biz yeter ki bir olmayı başarabilelim.