Bu hafta dış siyasette belki de son yılların en önemli gelişmeleri yaşandı.
Ankara'da yaşanan bombalı terör saldırısından sonra Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'dan çarpıcı açıklamalar geldi. Bakan Fidan, özellikle Irak ve Suriye'de PKK ve YPG'ye ait olan bütün altyapı, üstyapı tesisleri ve enerji tesislerinin bundan sonra güvenlik güçlerimizin, silahlı kuvvetlerimizin ve istihbarat unsurlarımızın topyekûn “meşru hedefi” olduğunu belirtti. Ayrıca “üçüncü taraflara” da bu tesislerden uzak durmasını tavsiye etti.
Fidan'ın bu sözleri gerek yurt içinde gerek yurt dışında çok tartışıldı. Bu sözlerden PKK/YPG'ye destek olan ülkelerin de artık Türkiye'nin hedefinde olduğu anlamı çıkarılabilir. Tabii ki ilk akla gelen ülke, her ne kadar Türkiye’nin “NATO müttefiki” olarak kabul edilse de PKK/YPG’ye sağladığı eğitim ve silah desteğiyle tanınan ABD. Bu nedenle Hakan Fidan'ın açıklaması ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Vedant Patel'e soruldu. Sözcü Patel, “ABD, Türkiye'nin PKK'ya karşı mücadelesinde yanındadır.” dedi. Patel’in cevabı tatmin edici olmasa da Türkiye’nin terör örgütü ve destekçilerine karşı tavrı yeterince açık ve net.
Bir başka önemli olay ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Avrupa Birliği’ne hitaben yaptığı sert açıklamalar oldu. Erdoğan, “Türkiye olarak 60 yıldır kapısında bekletildiğimiz Avrupa Birliği'nden herhangi bir beklentimiz yoktur.” dedi ve “Biz, demokrasi, adalet ve özgürlükler noktasında ‘Kopenhag Kriterleri'ni gerekirse ‘Ankara Kriterleri’ yapar, yine yolumuza devam ederiz.” diye de altını çizdi. Erdoğan bir başka açıklamasında da “AB ile gerekirse yolları ayırabileceğimizi” söylemişti.
Erdoğan'ın bu sert açıklamalarının nedeni, tabii ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) terör örgütü mensupları ve yandaşlarını cesaretlendirecek tarzda verdiği son kararlar. Hatırlatmak gerekirse AİHM, “ByLock ve Bank Asya davasında” Türkiye aleyhine ihlal kararı verdi. Ülkemizi AB ile yollarını ayırmaya yaklaştıran bir diğer sebep ise Türkiye'nin yaklaşık 60 yıldır Avrupa kapısında bekletilerek vatandaşlarına vize serbestisi gibi haklar bile tanınmaması.
Türkiye AB ile bunları yaşarken 5 Ekim’de Granada'da 3. Avrupa Siyasi Topluluğu Zirvesi gerçekleştirildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın zirveye rahatsızlığı nedeniyle katılamayacağı bildirildi. Zirve esnasında Karabağ konusunda barış görüşmelerinin de gerçekleştirilmesi planlanıyordu. Ancak bunun için Aliyev'e, Almanya ve Fransa'nın çabalarıyla Türkiye'nin dışlandığı “Beşli Format” (Ermenistan-Azerbaycan-Fransa-Almanya-AB) teklif edilmişti. Aliyev “Türkiye şartının” kabul edilmemesi nedeniyle Paşinyan ile görüşmeyi reddetti. Ayrıca açık bir şekilde Ermenistan tarafında yer alan hatta Ermenistan’a askerî teçhizat sevkiyatını onaylayan Fransa'nın katıldığı herhangi bir platformda yer almayacağını da belirtti.
Gördüğünüz gibi Türkiye, Avrupa Birliği tarafından bütün girişimlerden dışlanıyor. Hatta öyle ki yakında Türkiye ve Rusya’nın bölgedeki etkisini kırmak için Batı Balkan ülkelerine bile genişlemeyi planlayan AB, kurguladığı “4 vitesli” veya “4 çemberli” yeni sistemde Türkiye’yi “aday ülke” statüsünden uzaklaştırıp en dış çember olan 4. çemberin bile dışında bırakıp bırakmayacağını tartışıyor.
Türkiye ve AB ülkeleri arasındaki rekabet ve gerginliğin zirveye taşınacağı bir başka açıklama da KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’dan geldi. Ersin Tatar, “Bu işin Kuzey’i, Güney’i kalmadı, madem Rum kesimi bütün ada yönetimi bizdedir diyor; biz de Kuzey’i kaldırıyor, Kıbrıs Türk Devleti ve bütün denizlerde hak iddia ediyoruz” dedi. Bu açıklamadan sonra Doğu Akdeniz’deki dengelerin tümden değişeceği aşikâr.
Artık AB’den yeşil ışık bekleyen Türkiye’nin yerini taarruza geçen, kendi yolunu yürümeye kararlı bir Türkiye aldı. Bu yeni atak döneminde piyonlarımızı ileri sürmenin sırası artık bizde.