Geçen gün televizyonda Selçuk Bayraktar’ı izlerken dertli bir adam gördüm. Aslında derdi kendinden de büyük bir adam gördüm. Hem gurur duydum bu haliyle hem de açıkçası üzüldüm. Zira kıymeti bilinmez böyle adamların kolay kolay ve kendisinin de dediği gibi genelde onun gibi olanları bir şekilde durdururlar.

Bu kez öyle olmayacak inşallah ve gençliğin geleceğini, vatanı, milleti dert edinmiş bu adam şimdi olduğu gibi vatan ve millet düşmanlarını çıldırtacak ve biz gibilerin göğsünü kabartacak. Helal olsun ona.

Bu izlediklerim bana birkaç sene evvel yazdığım bir yazıyı hatırlattı ve açıkçası aynı derdi dert eden birinin olduğunu bilmek içimi rahatlattı. Aynıyla aşağıya alıyorum:

Yeniden bir diriliş olacaksa –ki elbette olacak- bunun olacağı yer Anadolu’dur. Zira yiğit düştüğü yerden kalkacak, sancak indiği yerde dalgalanacak ve yeniden dirilecek işte o vakit hayallerimiz. Zira Anadolu dediğimiz yer sadece bir toprak değildir. Ve hiçbir vakit de öyle olmadı. Anadolu, anaların kundakta haysiyeti salladıkları, başlarında merhameti sakladıkları, yiğitlerinin dua diye dillerinde vatan diye haykırdıkları yerdir. Toprağa sevda, muhabbet ve merhamet ekilir Anadolu’da. Sonra boy verir, yeşillenir, çınar olur dünyaya adamlığı öğreten koca bir çınar… Ve dallar kurusa da kökü yine bir gün filizlenmek için öylece kalır.

Bu davayı bu derdi ve dünyayı yeniden değiştirebilecek bir ferdi yetiştirmek için hepimiz ve hep beraber o çınarın gölgesinde birleşmek zorundayız. Ve bir yol açmalıyız gençlere. Zira onların da bir derdi var. Kabul edemiyor olsanız da onlara inanmıyor olsanız da yapacaklarını ikna olmasanız da gençlerin de bir derdi var. Zira gönüllerinde o davayı dert edinenlerin nefesi var. Ruh aynı ruh halen dahi… Yeniden Alparslan’lar, Fatih’ler, Hasan’lar, Ömer’ler yetiştirmeye hiç değilse o ruha sahip gençlere fırsat vermeye mecburuz.

Abiler! İnsaf edin. Yirmi sene, otuz sene sonrasının hayallerini kurduğunuzu söylüyorsunuz, bir gençlik yetiştirmekten bahsediyorsunuz zoraki toplanmış ya da menfaatinin peşine gelip de oturmuş binlerce insanın doldurduğu salonlarda önünüzdeki mikrofonlara konuşurken. Misal ki bir “İmam Hatip Şuuru” diyorsunuz her bulduğunuz mikrofonun karşısında. “İmam Hatip Gençliği” diye bahisler açıyorsunuz. Ama kendi çocuklarınızı kolejlerde okutuyorsunuz. O nasıl olacak! Yapmayın! Biraz samimi olun en azından. Zira bir nesli kaybediyorsunuz ve farkında değilsiniz belki ama siz de kayboluyorsunuz…

Üstat, “Kim var, diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert ‘Ben varım!’ cevabını verici, her ferdi ‘Benim olmadığım yerde kimse yoktur!’ duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik…” diyordu.

O gençlik hâlâ var…