Moğolistan’da Türk izleri: Bozkırın çocukları-7
7 EYLÜL 2014 PAZAR
ŞİVET HAYIRHAN DAĞI-TÜRKLER’İN DAĞI
Vakit bir hayli ilerledi öğle saati olmasına rağmen kaya yazıtlarına ulaşamadık. Erke “Siz tepede bekleyin ben bir bakıp geleyim. 7 yıl önce 10 gün kalmıştım ama unuttum.” diyor. Aşağıda birkaç noktaya baktıktan sonra buldum diye işaret ediyor. Gelip bizi de arabayla büyük bir taş kitlesinin yakınında indiriyor. Yukarıdaki taşlar kaya yazıtlarının olduğu yer. Kocaman bir kaya kitlesi üzerinde yüzlerce hayvan ve insan figürleri adeta resimli bir açık hava ansiklopedisi. Yeri iyi tarif etmekte fayda var belki daha sonra gelenler için kolaylaştırıcı olur. Bu kıymetli belgelerle ilgili bir çalışmaya rastlamadım. Şivet Hayırhan Dağı’nın doğu tarafında nehrin önündeki vadiye bakan noktada, Güney tarafından gelindiğinde dağla birleştiği yer olarak tanımlayabiliriz.
KAYA YAZILARI TÜRKLER’İN AÇIKHAVA ANSİKLOPEDİSİ
Bütün vadiye hâkim bir noktada kocaman bir kaya kütlesinin üzerinde resimlerle çok şey anlatılmış, analize muhtaç tarihçileri bekliyor. Büyük bir kayanın, kırmanın üzerinde yüzlerce figür. En fazla dikkat çeken dağ keçisi, avlama sahneleri hareket halinde resmedilmiş, sırtınızı dağa döndüğünüzde taşın sağ tarafında büyük bir at resmi var. En büyük resim bu at çizimi, boyu bir metre civarında, çoğunlukla figürler yürüyüş halinde. Atın büyük çizilmesi bu işlerde en önemli araç at olduğunu mu gösteriyor.
Bu kadar detaylı bir tablo tarihçiler, arkeologlar ve etnograflar tarafından nasıl yorumlandı bilmiyorum. Tarihe ışık tutan işaretler. Bazı resimlerin üzeri yeşillenmiş, buranın kontrol altına alınması gerekiyor.
Uzun uzun hem fotoğraf hem de video çekimleri yapıyoruz. Kamil “Aslında TİKA buraya bir köprü yapsa büyük hizmet olur” diyor. Dağın yukarısından dolaşarak buraya gelmek oldukça zor. Nehrin yazıtların önünden geçen bölümden bir köprü yapılabilir. Kaya yazıları üzerindeki incelenmemiz sürerken bu ıssız vadide bir arazi arabası bize doğru geliyor. Bu duruma çok şaşırıyorum ancak rehber arkadaşlarımız sessiz durmayı tercih ediyorlar. Çok büyük zorluklarla geldiğimiz yere bu gelenler turist olarak gelmiyorlardır diye düşünüyorum. Orta yaşlı bir adam ve elinde fotoğraf makinesi olan genç bir kız yanımıza geliyor. Kız da başlıyor bizim gibi fotoğraf çekmeye. Ben selam vererek hal hatır soruyorum. O da yarım yamalak cevaplar veriyor. Rehber arkadaşlarımız bu durum karşısında sessiz izlemeye devam ediyorlar. Kız adam 15-20 dakika kaldıktan sonra ayrılıyorlar. Onlar gittikten sonra rehber arkadaşlarımız bunların Moğolistan güvenlik görevlileri olduğunu ve bizi kontrole geldiklerini ifade ediyorlar. Bu bölge Rus, Kazak ve Çin sınırlarına yakın olduğu için güvenlik açısından önem arz ediyormuş. Anlıyoruz ki Moğollar bizim burada olduğumuzun farkındalar.
Çekimler bitince geldiğimiz yoldan yukarı doğru tırmanmaya başlıyoruz. Yolun inişi gibi çıkışı da zor. Tepeye doğru yaklaşırken iki atlı aşağıda beliriyor. Birisi erkek ve kafası maskeli, diğer atta bir kadınla çocuk var. Bize selam veriyorlar arkadaşlar bunların kazak olduğunu söylüyorlar. Ben bir türlü ayırmadım kim kazak, kim Tuva, kim Hoton, kim Moğol. Hepsi birbirine benziyor. Genelde Moğollar daha yuvarlak yüzlü ve daha çekik gözlü, elmacık kemikleri çıkık, kısa boylu insanlar olarak tanımlanıyor. Kazaklar biraz daha uzun yüzlü, gözleri daha az çekik… Ama fotoğraf olarak dışarıdan bakarsan ayırmak çokta kolay değil. Sabahleyin geçtiğimiz gölün kenarında sürüler otluyor. Aşağı nehre doğru yöneliyoruz. Bir seki gibi düzlükte iki Tuva çadırı görüyorum. Diğer tarafa geçmeden burada ki çadırda yaşayanlara görüşelim diyorum. Çadırlara yöneliyoruz. Çadırın bitiminde sürüler var. Çadırın kapısında köpekler. Çadırdan bir adam çıkıyor ancak konuşmak istemiyor. Daha sonra çadırdan bir kadın ve çocuk çıkıyor. Kadın tam şehir kadınlarının görünümünde yani anlayacağınız bu çadır hayatı bir âlem. Bizim bildiğimiz gibi değil. Bu çadır dünyasının bizim Nişantaşı sosyetesinden geri kalır tarafı yok.
DÜNYANIN EN KÜÇÜK MÜZESİ: MİLLİ TUVA MÜZESİ
Tuvalara ait çadır müzenin anahtarı bu adamda imiş. Bari konuşmuyorsun çadırı açta çekim yapalım. Adam gelmiyor ve bize anahtarı veriyor. Sabahleyin geçtiğimiz köprüden tekrar geçerek konakladığımız çadırlar bölgesinde bulunan çadır müzede çekimler yapıyoruz. Müze denince aklınıza büyük holler, çok katlı departmanlar gelmesin. Bu müze her şeyi ile bir ufak çadırdan ibaret. Belki de dünyanın en küçük müzesi. Ancak böyle dağ başında bırakın böyle bir müzenin olmasını, bir müze fikrinin bile olması bile olağanüstü bir durum. Bu müze fikri bizim Tuvaların işi olamaz diye aklımdan geçiriyorum. Ya çok akıllı dünya görmüş bir Tuva bu işe öncülük etti ya da buraya gelen turistlerden birinin fikri olabilir. Hangisi olursa olsun müthiş bir düşünce. İnşallah daha büyük müze için bu küçük adım büyük çalışmalara yol açar. Müzede bir kaç Tuva kıyafeti, av malzemeleri, kemik parçaları, mutfak eşyaları gibi az sayıda eser bulunuyor. Müzelerde çekim yapmak çok zor iştir. Camekân mekânlarda iyi aydınlatılmamış eserleri ışık yansımaları olmadan çekmek her baba yiğidin harcı değildir ancak burada her şey açıkta ve gözünüzün önünde. Biz Tuva müzesinde çalışırken dışarıda müthiş bir yağmur yağmaya başlıyor. Bereket versin yağmur uzun sürmüyor.
Çadırdan çıktığımızda sabahleyin yanından geçtiğimiz Hayırhan Dağı’nın zirvelerini kar bürüdüğünü gördük. Çok şaşırdık bu kadar kısa sürede yağan kar hemen dağın tepelerini kaplamış hatta diğer dağların zirveleri de beyazlamış durumda. Kaldığımız çadıra giderek elimizde kalan yiyeceklerle öğle yemeğini yiyerek yola çıkıyoruz. Bu arada çadır bedelini almak üzere genç bir adam çadıra geldi. Ödemeleri yaparak çadırdan ayrılıyoruz. Yine vakit akşama yaklaşıyor, bir an önce yola çıkalım istiyorum. Geldiğimiz yollardan döneceğimiz için gelişimiz gibi gidişimizin de zor olacağını biliyorum. Altayların zirvelerinde hava sürekli değişiyor. Bazen zirveleri sis basıyor ayrı bir tablo ortaya çıkıyor. Bazen karlar altındaki tepeler net görüntü veriyor.
GECE YOLCULUĞU
Beyaz Nehri kenarından inişli çıkışlı yollardan, sellerin getirdiği çakıl taşlarının üzerinden hoplaya zıplaya ilerliyoruz. Böbrek taşımız olmadığı için düşmüyor ama yedik ve içtiklerimiz eriyip gidiyor. Derelerin çakıllarının kapattığı bazı noktalarda Esenjol’la Kamil arabadan iniyor ve bir miktar yürüyorlar. Esenjol yürümeyi ve konuşmayı çok seviyor. Bazı yerleri arabadan daha hızlı geçiyor. Hava kararınca dün geçtiğimiz Beyaz Nehir’den ve devamındaki çayırlardan, sulu bataklıklardan nasıl geçeceğiz diye düşünüyorum. Nihayet akşam namazı sularında yaylaya gelirken son yerleşim yeri Balıklı göl mevkiinden nehri geçmenin daha kolay olduğunu öğreniyoruz. Balıklı Göl’e varmadan yol kenarında inşaat yapan adamlara soruyoruz. Köye girmeden nehre saparak yol olan yerden geçmemizin kolay olacağını söylüyorlar. Ancak sapılacak yeri kaçırıp köye kadar gidiyoruz. Köyden birilerine soruyoruz. 60’yaşlarında bir akça bize yardımcı olmak üzere bizimle beraber geldi. Yolu gösterdiği gibi nehri nereden geçmenin daha kolay olacağını anlattı. Geçiş bölgesinde bir tane taş olduğunu onu dikkatle geçersek bir sıkıntı olmayacağını belirtti. Ben adamı bu gecenin karanlığında burada bırakmayalım diyecek oldum. Gene arkadaşlar devreye girdiler ve bu adamlar buralarda her zaman yürüyorlar endişeye mahal yok diye ikna ettiler. Suya adamın dediği yerden dalıyoruz. İçimde bir endişe şimdi suyun ortasında kalacağız. Kâmil’i bilmem ama Erke ve Esenjol kardeşlerde hiç tedirginlik yok. Onların yaptığının daha doğru olduğunu düşünüyorum. Tedbiri aldılar takdire karışmıyorlar. Birde buraların bilgisi onlarda var. nehri rahat geçiyoruz.
Gölün kenarında otların arasından yolu bulup ana yola çıkmak büyük mesele. Önümüzde karanlığa rağmen çok sayıda alternatif yol görünüyor. Gene arkadaşların bilgileri devreye giriyor. Küçük bir rasat yapıp yola devam ediyoruz. Önümüze göle bitişik küçük bir gölcük çıkıyor. Araba geçmiş olduğu için bizde aynı izlerken geçmeye çalışıyoruz. Ancak tam kurtulduk derken araba çamura saplanıyor. Bir iki manevra yapıyoruz ancak iki tekerlek boşa çıkınca tekerlekler sadece kendi etrafında dönüyor. İş başa düşüyor, tekerlekleri taşla destekleyeceğiz. Ancak yeşil düzlükte taş bulmak nerdeyse imkânsız. Moğolistan arazilerinde hangi bitki örtüsü hâkimse ondan başkasına hayat hakkı yok. Ya her yer sadece taş olacak, ya sadece toprak olacak ya da sadece çayır olacak. Otoritede ortaklığa yer yok. Neyse bir kaç taş bulup arabayı destekledikten sonra takviye kuvvet olarak itmeye çalışıyoruz. Biraz ittikten sonra araba hareket ediyor ama bu defa Kamil bataklıkta Allah’tan ayakkabı, çorap ve pantolonun paçalarını feda ederek kurtuluyor. Onu araba gibi desteklememiz gerekmiyor.
Ay ışığı altında gece yarısı yol, iz karışık arazinin ortasında yaptığımızın akıllıca bir iş olmadığını düşünüyorum. Bulunduğumuz yollardan araçta geçmiyor herhalde tecrübeli insanlar buralardan gündüz geçiyorlardır. Göl kıyısından çıkıyor hafif yamaçlı tepelere vuruyoruz kendimizi. Yollar sürekli çatallaşıyor, yüksek platolarda ay ışığı altında kısa tereddütlerle ilerlemeye çalışıyoruz. Bazen yoldan çok araba geçmiş yollar ana bir yola çıkar umudu veriyor ancak fazla umutlanmayın her an yol bitebilir. Hiç araba geçmeyen bir yere veya dereye varabilirsiniz.
Toprakların gece sahipleri ara sıra yoldan ve yanımızdan geçerek buralar bizim bir an önce çekin gidin der gibi bizi görüp yön değiştiriyorlar. Peki, kimlerle karşılaştık; en çok görünenler fareler oluyor, onları tavşanlar, tilkiler, köstebekler, suurlar, sincaplar takip ediyor. Gecenin hâkimi olarak gösteri yaparak önümüzden geçiyorlar. Adını çok anmamıza rağmen hiç kurt görmedik. Bozkurtlarda göç eden Türklerle beraber batıya göç mü ettiler diye düşünüyorum! Ay ışığına göre genel yön bilgimi çalıştırıyorum. Gökyüzü yıldız bahçesine dönmüş. Kuzey yıldızı en parlayanı gibi görünüyor. Kuyruklu yıldızda çok net anlaşılıyor. Askerde bulmak için ne kadar zorlanırdık ama kuyruklu yıldızla yön bulmayı da unutmuştum. Vakit epeyce ilerliyor ama yol uzadıkça uzuyor. Benzinimizde azalmaya başladı. Ama Çengel’e kadar yeter diyor arkadaşlar. Bütün bunları düşünerek zihnimi yormaktan başka bir şey yapmış olmuyorum. Artık dayanamayarak uykuya dalıyorum. Çengel’den benzin alınmamış, 5 km sonrada teker patlamış. Bunlardan benim haberim yok. Benzinde, Çengel’den sonra var olan Ölgii den önceki tek yerleşim yerinden alınmış. Artık bilinen yollardan Bayan Ölgii’ye gece saat 02:00 sularında varıyoruz.