Moğolistan günlükleri: Bozkırın çocukları-5

6 Eylül 2014 Cumartesi

Altay Dağları’na doğru ilerliyoruz. Derin vadilerden, uçsuz bucaksız bozkırlardan geçerek dünyanın çatısında yol alıyoruz. Önümüzde çay kenarında kuğuların dolaştığı yeşil bir oba var. Kuğuları daha yakından görmek için vadiye iniyoruz. Dereden biraz daha fazla olan bu suya çay diyebiliriz. Çayın üzerinde bir tahta köprü var. Köprünün üzerinden Kazaklar’ın sum dediği kasaba ve kuğular daha yakın görünüyor. Köprünün sağından, solundan farklı açılardan çekimler yapıyoruz. Arabamızı da çaydan geçirerek güzel görüntüler elde ediyoruz.

ALTAY DAĞLARININ ETEKLERİNDE…

İleride bulunan köyün kenarından geçerken yolun kenarında arabaların yanında duran birkaç adam dikkatimizi çekiyor. Erke, bunların servis yapan araçlar olduğunu söylüyor. Bizde emin olmak için yolu onlara soruyoruz. Ben camdan adamları izliyorum genelde kısa boylu, yuvarlak kafalı, zayıf, kavruk yüzlü adamlar. Bize daha bir dikkatle baktıklarını fark ettim. Erke Şivet Hayırhan Dağları’na nasıl gideceğimiz sordu. Adamlar soruya cevap vermeden önce arabamıza ve de özellikle tekerleklerimize baktılar. Yol tarif etmek yerine bu arabayla gidemezsiniz dediler. Arabamız 4 çeker arazi arabası olmasına rağmen onların arabaları yanında küçük kalıyor. Onların arabaları Rus marka cipler, eskiden bizde de Volkswagen marka ince uzun 8 ila 10 kişi alan minibüslerden. Şehir dışındaki yollarda normal binek arabası görmek imkânsız çünkü bu yollarda bırakın normal binek araba kullanmayı cip sayılabilecek bizim araç bile zorlanıyor.

TUVA SANATÇI BADAROĞLU PAPİZAN

Yaylaya varmadan önümüzde Tuva Türkleri’nin yaşadığı Tsengel(Çengel)Kasabası var. Bu kasaba Beyaz Irmak’ın kenarında bir yamacın üzerine kurulmuş. Kasabanın dış mahallesinde gördüğümüz bir çadırın Tuvaların olduğunu söylüyor rehberlerimiz. Hangi çadırın Kazaklara hangi çadırın Moğollara, hangi çadırın Tuvalara ait olduğunu anlıyorlar. Hatta bazı açıklamalar yapıyorlar ama çok anlayabildiğimi söyleyemem. Aklımda kalanlar Kazak çadırlarının büyük Moğol çadırlarının küçük olduğu. ‘’Madem bu çadır Tuvalara ait hemen soralım’’diyorum. Esenjol çadıra dalıyor. Dalma sözünü çok seviyor. Kazaklarda dikkatimi çeken şey kapı çalma alışkanlıklarının olmadığı. Çadırdan yaşlı bir bayanla çıkarıyorlar. Kadın bir şeyler söylüyor bazı tarifler yapıyor. Uzaktan takip ediyorum. İçimden tamam burada konumuza uygun birilerini bulacağız. Sonra Esenjol gelip izahatta bulunuyor. Kadın kasabanın öte başındaki mahallede bir Tuva sanatçının olduğunu ve bu konuları onun bildiğini söylüyor. Kadını arabaya alarak kasabanın üst tarafından ilerliyoruz. Tuvalar’ın yaşadığı mahalleye geliyoruz. Genellikle evlerin dışı tahta çitlerle kaplı ve çitlerin arkasında geniş bir avlu ve avludan evlere giriş yapılıyor. Yolda kadının adını soruyorum. Tehiajav deyince Erke ve Esenjol başladılar gülmeye kadının ismi Kazakça Tavukbay’mış. Tavuk ismine gülüyorlarmış. Tehiajav hanım birkaç eve sorduktan sonra sanatçının evini buluyor. “Buyurun gelin” diyor. Avluya giriyoruz. Biraz beklememiz gerekiyor çünkü adam müsait değilmiş. Çadırda modern giyimli 40’lı yaşlarda bir kadın var, bahçenin kenarında duran atla ilgileniyor. Bir müddet sonra yaşlı bir adam evden çıkıyor ve bize buyur ediyor. Sanatçının bulunduğu odaya geçmek için iki odadan geçiyoruz. Tuva sanatçının ismi Badaroğlu Papizan 60-65 yaşlarında yanında daha yaşlı gösteren zayıf olan hanımı da bizi dikkatli bir şekilde izliyor. Odanın duvarlarında çeşitli madalyalar ve resimler asılı. Karşılıklı biri pencerenin kenarında diğeri tam karşısında yatak tarzında divan var. Adam biraz soğuk duruyor. Bir şeyler söylüyor. Esenjol adamın yorgun olduğunu söylediğini aktarıyor. ‘’Ama halledeceğiz merak etmeyin’’ diyor. Bir bedel ödeyeceğimizi söyleyince bir teklifte bulunuyor ve bizde kabul ediyoruz. “Biraz oturun hazırlık yapmam gerekiyor” diyor. Sonra renkli bir cübbe gibi bir kıyafet giyiyor, beline sarı renkli bir kuşak bağlıyor. Kafasına renkli bir şapka takıyor. Önce biraz bilgi verdikten sonra yanında duran nefesli ve telli çalgıları çalmaya başlıyor. Telli çalgılar bizim sazın türevleri fakat nefesli ve sesliler daha önce karşılamadığımız cinsten. Papizan Bey hepsini teker teker çalıyor, ilginç sesler ortaya çıkıyor. Sonra çaldığı aletleri tek tek tanıtıyor. Çalgılardan bir tanesinin kendi icadı olduğunu ve adını kendisinin koyduğunu belirtiyor. Belki konuyu bilen uzmanların işine yarar diye isimlerin vermek istiyorum.

TELLİ ÇALGILAR: Igıl, Tovchılduur,Tovchuur, Oğuldaatın Tovchuur,

SESLİ ÇALGILAR: Temir Homus, Jas Homus, Tumusıh Muzika, Chinchucai (Özel çalgı adını kendi koymuş)

TSENGEL(ÇENGEL) KASABASI

Çengel Kasabası’nda her yer delik deşik kazılmış. Kasabanın tam ortasına beton bir yol cadde yapılmış. Yeni ışıklandırma sistemi kurulmuş. Bu yoğun faaliyetlerin arkasında iki tane Kazak milletvekilinin olduğunu öğreniyoruz. Moğol parlamentosunda iki tane Kazak milletvekili var, ikisi de bu kasabadan. Daha sonra Türk Moğol Parlamento Dostluk Grubu Başkanı olan vekille tanışma imkânı bulduk. Kasabada yapılan bu çalışmaların bütün Moğol kasabaları için örnek olacakmış. Derin çukurlar merkezi ısıtma sistemi için kazılmış.

Çekim bitince kasabadan  bir yerde yemek yiyip öyle ayrılalım istiyoruz. Çünkü bundan sonra artık yerleşim merkezi yok. Lokanta tabelalı birkaç yere soruyoruz ancak kapalı. Sonra ara sokakta kulübe benzeri bir yere giriyoruz. İçeride bir kaç kadın, erkek yemek yiyor. Müşteriler yaylalarda yaşayan insanlar. Lokantada sadece iki masa var. Önlerinde bizim tava böreği dediğimiz içine et konmuş yağda pişirilen börekleri yiyorlar. Yuvarlak şekilde yapılan börek biraz yağlı görünüyor. Zaten başka seçenek yok. Biraz bekliyoruz diğer müşteriler kalkınca bizde oturuyoruz. Börekler bana lezzetli geldi. 4-5 tane yedim Huşu denen börekten. Bizde de bu böreklere “bişi” denir. Ses benzerliği bana aynı kökten geldiklerini çağrıştırdı.

Yaylaya gitmek üzere yola çıkıyoruz. Kasabanın alt tarafından nehrin kenarından kasabayı terk ediyoruz. Nehir bol ve gür akıyor kenarında insanlar çamaşır yıkıyorlar.

Nehrin üzerine yapılmış köprüden geçerek tırmanışa geçiyoruz. Yollar taşlar ve çukurlara dolu. Olsun rehberlerimiz için sorun teşkil etmiyor. Tepeyi aşınca yeni bir platoya çıkıyoruz. Yüksek otlarla kaplı platonun ortasından nehir geçiyor. Tepenin altında büyük bir dikili taş görüyoruz. Bunun yazılı kaya veya bir balbal olacağı düşüncesiyle çekim yapıyoruz. Üzerinde herhangi bir yazı yok. Dikili taşın arkasında iki tane deve otluyor. Bizi görünce ürküyorlar biraz yukarıya doğru ilerliyorlar. Burada yollar yine çok seçenekli; nasıl gideceğiz diye düşünürken bir atlı adam geliyor. Yanında iki at daha var. Kazak takkeli 60 yaşlarında adama yolu soruyoruz. Bir kaç alternatiften bahsediyor ancak en kolay olanının çayırların içinden giderek nehri geçmekten geçtiğini söylüyor.

Giriyoruz çayırlara Esenjol’un tabiriyle dalıyoruz. Yüksek otların arasından ilerlemek zor. Toprak yollar daha kolay. Bir iki dereden geçiyoruz ancak bir tanesinde takılıyoruz. Çamurlu sudan geçerken arabamız saplanıyor. Bir iki çabadan sonra etrafta bulunan taşlardan çamura doldurup yol yaparak üzerinden geçiyoruz. Daha su sınavı bitmedi. Önümüzde akan büyük bir nehir var. Bana göre bizim araba bu nehri hayatta geçemez. Nehrin başına geldiğimizde motosikletli birkaç adamda bekliyordu. Onlardan bazı tarifler ve taktikler alıyoruz. Sonra suya dalıyoruz ve kolaylıkla karşıya geçiyoruz. Bu geçtiğimiz nehrin Beyaz Nehir olduğunu söylüyor arkadaşlar. Güneş artık yavaş yavaş ufka doğru ilerliyor. Kaç kilometre yolumuz var kaç saat sürer sorularının cevapları net değil. Cevaplar hep kısa “Varırız, gideriz” düzler bitiyor, dağ yamaçlarından ilerlemeye devam ediyoruz. Dağ yamaçlarından vadiler çok güzel görünüyor. Zaman zaman bu büyük arazilerde bir kaç çadıra rastlamak mümkün. Bu çadır kurtulan yerler yazlığın son çadırları önümüzdeki günlerde Eylül’ün 15’inden sonra kışlıklara taşınma başlıyormuş. Kışlık denen yerlerde bir ağıl ve bir taş yapıdan ibaret. Yola devam ederken bir kaç kışlığa da rastladık. Kenarı tezek yığınlarıyla dolu bu kışlıklar yakında kendilerine gelecek koyunları, keçileri, inekleri, yakları, atları, develeri, köpekleri dört gözle beklemeyi sürdürüyorlar. Dağların bozkırların neşesi süsü bu hayvanlar. Onlar kocaman bozkırların yalnızlığını kırıyor. Yine vadinin birinde yüzlerce deve otluyor. Başlarında kimse yok. Bu kadar deveyi bir arada görmüşken hemen makinelere sarılarak çekmeye başlıyoruz. Develer bundan rahatsız oluyorlar. Duraklayarak bakıyorlar ve durumu anlamaya çalışıyorlar. Sonra bize doğru gelmeyi sürdürüyorlar. Aramızda espri yapıyoruz. ‘’Bu develer bize saldırsa bu bozkırın ortasında parçamız bile bulunmaz.’’ Develerin başında çoban yok. Akşama kadar otlayıp akşam kendi çadırlarının yolunu tutuyorlar. Ne akıllı develer değil mi?

BALIKLI GÖL KÖYÜ

Hava kararmak üzere iken küçük bir yerleşim yerine varıyoruz. Buradan bir tarif daha alalım istiyoruz. Bir adama soruyoruz. Adam cevap verirken gözü yine bizim arabada ve de tekerleklerde. Yolu tarif ediyor ve uyarmayı da unutmuyor ‘’bu arabayla zor gidersiniz’’ Burası son yerleşim noktası. Burada kalalım diyorum ancak ufak bir sorun var, kalacak yer yok. Ya arabada yatacağız ya da köylülerden bizi konuk etmelerini rica edeceğiz. Köyün adı Balıklı Göl. Nehre yakın tarafta biraz konforlu bir bina var. Acaba otel, motel, kamp gibi bir yer mi diye aklımdan geçirirken burası yaylarda yaşayanların çocuklarının yatılı okuduğu okulmuş. Bizim taşımalı eğitimin yatılı şekli. Her obanın ortasında her tepenin başında bir çadırın olduğu uçsuz bucaksız arazilerde akşam sabah servisi ancak helikopter olabilir.

Bugün, gün bitmek bilmiyor anlaşılan o ki daha çok yolumuz var…