İçerisinde olduğumuz mübarek Ramazan ayı, Müslümanların kutsal yerlerinden biri olan Mescid-i Aksa’da bir başka idrak edilir. Çünkü 1967’den beri İsrail işgali altında olan bu bölgede Müslümanların ibadetleri her sene bir gerekçe ile engellenir ve ortaya çıkan gerginlik bir çatışmaya dönüştürülerek Ramazan ayı Müslümanların burnundan getirilir.
Bu sene de beklendiği gibi oldu ve işgalci İsrail askerleri 5 Nisan Çarşamba günü sahur vaktinde Mescid-i Aksa’ya baskın düzenledi. Kıble mescidine bombalar atılıp camide ibadet edenlere plastik mermilerle ateş açıldı ve yüzlerce Müslüman coplandıktan sonra yerlere yatırılıp ters kelepçeyle zapturapt edildi.
Peki, biz niye her sene aynı manzaralarla karşılaşıyoruz?
Hadi diyelim ki bu seneki saldırıların makul bir sebebi var. Zira iki hafta önce yüzbinlerce İsrailli sokaklara dökülüp Netanyahu hükümetinin meclise getirdiği yargı reformunu protesto etti ve hükümet yaygın protestolar ve grevler nedeniyle geri adım atmak zorunda kaldı. Bu geri adımı hazmedemeyen hükümetin aşırı sağcı faşist ortağı ve aynı zamanda polis teşkilatından sorumlu ulusal güvenlik bakanı Ben Gvir, Yahudilerin Pesah bayramında Mescid-i Aksa’ya girmesi ve kurban merasimi yapması gerektiğini söyleyerek kendi kitlesini manipüle etti.
Böylelikle yaşadıkları mağlubiyeti Filistinlilere saldırarak telafi edecek, protestoculara taviz verilmesinden hoşnut olmayan kendi kitlesini Filistinlilerin üzerine salarak memnun edecek ve kendilerini protesto eden kesimlere de, “bakın biz Yahudilere saldıran teröristlerle mücadele ediyoruz, gün ayrışma günü değildir, bırakın protestoları bize destek verin” mesajı verilmiş olacaktı.
Ve bu provokatif açıklamalardan cesaret alan radikal gruplar Pesah bayramının başlangıcında Aksa’nın kapılarına dayandı. Ama burası Müslümanların kutsal mekânıydı ve içeride insanlar ibadetlerini yapıyordu. Ayrıca, hem Ben Gvir’in açıklamaları hem de radikal grupların mensuplarına yaptıkları baskın çağrılarından haberdar olan Mescdi-i Aksa murabıtları da kutsallarını korumak için müteyakkızdılar. Dolayısıyla içeriye fanatik Yahudi grupların girmesine izin vermediler.
Ancak bu fanatik gruplar yalnız değildi. İsrail polisleri tarafından korunan bu grupların içeri alınmaması üzerine işgal güçleri duruma müdahale ederek, silahsız ve masum Filistinlilere saldırmaya başladı. İşgal güçlerinin Mescid-i Aksa’yı basmasına tepkisiz kalmayan Hamas, roket atışlarıyla mukabele etti. Bunun üzerine İsrail Gazze’ye hava saldırısı düzenledi. Saldırılar perşembe günü de devam etti. Hatta İsrail’in saldırılarına karşılık olarak Lübnan’ın güneyinde de roket atışları yapıldığı haberleri geldi.
Buraya kadar anlatılanlar, yaşananların resmen bir şablondan çıktığını gösteriyor.
Niye mi?
Çünkü biz geçen sene de ondan önceki sene de aynı şeyleri yaşadık. Hatta bu tarihi daha da geriye götürebiliriz. Demek ki neymiş? Bu saldırılar sadece İsrail hükümetleriyle veya hükümetlerdeki fanatik aktörlerle ilgili değilmiş.
Çünkü bu İsrail devletinin resmi işgal politikasıdır. Bu, sabırla ve sinsice sürdürdükleri Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı Yahudileştirme politikasının bir sonucudur. Hükümette kim olursa olsun, hükümetin dahliyle veyahut değil, biz aynı manzaralarla karşılaşıyoruz.
Dolayısıyla bugün iktidarda, koltuğunu kaybetmemek için her şeyi yapabilecek Netanyahu gibi yolsuzlukla suçlanan bir başbakan ve Ben Gvir ile Smotrich gibi faşist bakanlar olmasa da biz bunları yaşayacaktık. Keza İsrail’in nihai hedefi Mescid-i Aksa’yı ve Kubbet-üs Sahra’yı yıkıp buraya kendi tapınaklarını yapmaktır. Güya, Mescid-i Aksa onların kutsal tapınaklarının üzerine yapılmış ve üçüncü tapınaklarının yapılması için Mescid-i Aksa’nın mutlaka yıkılması gerekmektedir.
Oysa UNESCO’nun 2016 yılında aldığı kararda Mescid-i Aksa bölgesinin Musevilik ile bir bağlantısı olmadığına hükmedilmiş ve İsrail Mescid-i Aksa’nın statüsünü değiştirmeye çalışmakla suçlanmıştır.
Şimdi gelelim İsrail askerlerinin Mescid-i Aksa’ya baskın düzenlemesinin nasıl algılandığına. Zira daha bir hafta önce İsrail polisi meydanlardaki protestocuları dağıtmak için gaz bombaları kullanırken tüm Batı medyası ayağa kalkmış ve İsrail hükümetini, şiddete son vermeye ve demokrasiye(!) zarar verecek olan yargı reformundan vazgeçmeye çağırmıştı. ABD Başkanı Biden da kervana katılmış ve protestocuları destekleyerek, İsrail hükümetinin bu yanlıştan derhal dönmesi gerektiğini ifade etmişti.
Buraya kadar hiçbir sorun yok. Tabi ki özgür dünya İsrail hükümetinin yanlış kararlarını protesto eden İsrail halkıyla dayanışma içerisinde olacaktır ki bu gayet normal ve insanidir.
Ancak, mevzubahis Mescid-i Aksa ve işgalci İsrail askerlerinin Müslümanların kutsal mekânlarına saldırarak ibadet eden masum insanlara şiddet uygulaması olunca neden bu özgür dünyanın hiç sesi çıkmıyor?
Hatta Biden bile daha geçen haftaki protestolarda daha az şiddet ve hak ihlali olmasına rağmen İsrail hükümetini eleştirirken, bugün mevzubahis Mescid-i Aksa ve çiğnenen Filistinlilerin insan hakları olunca neden Filistinlileri suçlayarak İsrail ile dayanışma içerisinde olduğunu söyler?
Yoksa Filistinlilerin hakları İsraillilerinkinden daha mı kıymetsiz?
Protestolar nedeniyle İsrail meydanlarından canlı yayın yapan uluslararası medya kuruluşları, mevzubahis İsrail askerlerinin Mescid-i Aksa’yı basması ve Müslümanlara zülüm yapılması olunca neden kör ve sağır olur?
Yoksa Müslümanların şiddete maruz kalmalarının haber değeri, Yahudilerinkinden daha mı az?
Ve daha da acısı…
Ukrayna işgali ve işgal nedeniyle insanlığa karşı işlediği suçlardan dolayı, belki de haklı olarak Putin hakkında tutuklama kararı çıkaran Uluslararası Ceza Mahkemesi, mevzubahis Mescid-i Aksa baskını ve yıllardır işgal altında yaşayan Filistinlilerin ihlal edilen hakları olunca neden başta Netanyahu olmak üzere bu ihlallerden sorumlu İsrailli yetkililer hakkında herhangi bir işlem yapmaz?
Yoksa Filistinlilere karşı yapılanlar insanlığa karşı işlenmiş suç sayılmıyor mu?