İnsanlık tarihi çok önemli hadiselerle karşı karşıya geldi, gelmeye de devam ediyor. Karşılaşılan hadiseler, ilim adamları tarafından derinliği ve karmaşıklığı oranında yoruma layık görülür. Buradaki en önemli amaç bilgiye ulaşma imkânından yoksun kitleleri o karmaşık mevzu konusunda açık ve seçik bir zeminde bilgilendirmektir.
Tabii asıl amaç her ne kadar “bilgilendirmek” olsa da bazı ilim adamlarının ilmi derinliğe sahip olamayışının getirdiği handikaplar da yok değil. Bir “bilen” olarak toplumun önünde konuşan zevâtın birçok kompleks mevzuda “işi kolayca halletme” yolunu seçtikleri de ortadadır.
İnsan doğası gereği hiçbir mevzuyu muğlak bırakamaz. Çünkü bilinmeyen/bilinemeyen ama tesirinde kaldığı her konu, kimimiz için bir merak ama çoğumuz için bir endişe kaynağı haline gelir. Bu meraklardan ya da endişelerden kurtulabilmenin yolu ise “o” şeye ait olanları bilmekten geçer. Kaynakları, yöntemler dilleri farklı olsa da her yolculuk, çaba daha çok “bil”meye dairdir…
Asıl mesele de burada ortaya çıkıyor zaten… Elbette insanın kendi limitle içerisinde asla deneye tabi tutamayacağı konular vardır. Yani mutlaka “iman” gerektiren konular; ahirete, meleklere iman gibi… İnsan burayı da muğlak bırakmıyor neticede. İnandığı dinin nasları, onları nasıl izah etmiş ise öyle… Yani,“iman ederek öğrenme” yöntemiyle öğrenir veşüphelerinden arınmış olur insan; tıpkı “görmüş” gibi “İman ettim ve öğrendim”der…
Fakat insan aklının anlayabileceği ispatı, izahı mümkün konularda da “iman” etmiş gibi davranmak izahtan varestedir bana göre… İnanç ve imanın ne olduğunu iyi kavramak burada devreye girer… Beşeriyetin sınırlarını aşan konularda,Rabbimizin inzal ettiğine iman ile insanların, izahı mümkün olan ve de beşeriyetin sınırlarında kalan konularda,sırf bilgisi yetmediği için konuyu bir gizeme, komploya bağlamalarına “iman” çok farklı şeylere tekabül eder. Bu tam anlamıyla bir acziyettir; bilinerek yapılıyorsa da şarlatanlık…
Bir insanın kendi endişelerinden kurtulmak için ve bilgisizce konuyu bir noktaya bağlaması, daha doğrusu insanları “vehim”lerine inandırmaya çalışması keşke sadece bir komedi olarak kalabilse; kalamadığı gibi belirli unvanlar altında konuşan bu zevâtın yorumları, bütün arızalarıyla toplumda dolaşıma girebiliyor…
Bugün özellikle ülkemiz etrafında yaşanan karmaşık eksenli çatışmaların analizi elbette derin ve multidisipliner bir birikim gerektiriyor. Bu karmaşıklık, yaşananların izahsız olduğu anlamına gelemez. Sadece daha zahmetli bir okuma gerektirir; devletler tarihisiyaset felsefesi, tarih felsefesi, antropoloji, sosyoloji, dinler tarihi ve dahası…
Eğer derinlikli bir okuma yoksa o zaman elbette tesirleri inkar edilemeyecek olan ezoterik yapılar üzerinden bütün meseleyi “komplo”ya bağlamak gibi bir basitlik ve garabet ortaya çıkıyor. Hâlbuki en temel muharrik, devletlerin hegemonyal, emperyal genişleme ya da artı-ürün elde etme çabalarıdır… Merkezde bu hakikat ve onun doğuran ihtiyaç algısı olmakla birlikte gizemli yapılar buna katalizör olarak devreye sokulur; misyonerlik ve terör faaliyetleri şeklinde… Bütün bu hareket biçimlerinin izini sürmemize yarayacak kadar bilgi ve tecrübeye sahibiz demek istiyorum…
Yani siz insanın bir birey halindeki davranışları ile guruplara katıldıktan sonraki davranışlarını hatta devlet, büyük devlet ya da imparatorluk vatandaşı olduktan sonra değişen davranış kalıplarını ilimle izah edebilir, ihtiyaçlarına göre girişebileceği hareket tarzlarını ve onun ilmi izahlarını ortaya koyabilirsiniz. Bütün bunlar pekâlâ mümkündür…
Yani ABD’yi bizim dibimize getiren en önemli şey, onun tek kutuplu dünya jandarmalığı ve onun karizmasını koruma arzusu hatta mecburiyetidir… Bu arzuyu yerine getirirken motive edici olarak neye başvurduğu ya da vuracağı ise sonraki ve başka bir meseledir… Kendi çıkarları için devreye soktuğu FETÖ, PKK/PYD, DAEŞ gibi yapıları nasıl motive ettiği ise çok daha ayrı bir meseledir ve her birinin de, ilmin geldiği bu muhteşem seviyede izahı vardır hem de falcılara, medyumlara, komploculara ihtiyaç bıraktırmayacak derecede; en mühimi de “ilim adamı” kisveli olanlarına…