Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE) kapsayan üç günlük Körfez turu oldukça başarılı geçti.
Ziyaretler sırasında savunmadan, sağlığa ve yenilenebilir enerjiden, uzay endüstrisine kadar birçok alanda anlaşmalar imzalandı.
BAE’yle imzalanan 50,7 milyar dolarlık dev anlaşmanın yanında, Suudi Arabistan Savunma Bakanlığı ve Baykar arasında imzalanan Bayraktar AKINCI TİHA ihracatı ve iş birliği sözleşmesi heyecan uyandırdı.
Baykar CEO’su Haluk Bayraktar, imzalanan sözleşmenin “ Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük savunma ve havacılık ihracatı sözleşmesi” olduğunu açıkladı.
Erdoğan’ın Körfez turunun başarısına -ne yazık ki- Suriyeliler başta olmak üzere, Arapların Türkiye’de maruz kaldıkları ırkçılığın gölgesi düştü.
Suriyelilerin zorla ülkelerine gönderildiklerine ve havaalanlarında Arap turistlere kötü davranıldığına dair artan haberlerin yanında, bazı belediyelerin Arapça tabelalara açtığı savaşta zafer kazanmış edasıyla paylaştığı görüntüler, Erdoğan’ın Körfez turuyla ilgili haberleri neredeyse geride bıraktı.
Sosyal medyada dolaşıma sokulan ve birkaç askerin kaçak göçmenleri darp ettiğini gösteren video ise adeta tüy dikti.
Cumhurbaşkanı 200 işadamıyla çıktığı Körfez turunda, Arap sermayesini ülkemize çekmeye çalışırken ve Türkiye’ye doğru Arap turist akını yaşanırken Arap düşmanlığının körüklenmesi hiç de masum değil.
Fakat hükümetin mülteci ve Arap düşmanlığı kampanyaları konusundaki tavrını da anlamak oldukça zor.
“Arab’ın parası gelsin ama kendisi gelmesin” mi diyoruz?
Dezenformasyonla mücadele için yasa çıkarıldı ancak değişen hiçbir şey olmadı.
Halkı mültecilere karşı kışkırtmak için asılsız haberler ve söylentiler yayılmaya devam ediyor.
Adam Urfalı bir Türk olduğunu, para karşılığı “Suriyeliyim. Ayda 25 bin TL alıyorum ve vergi vermiyorum. Asgari ücretliler ölsün” dediğini itiraf ediyor ve elini kolunu sallayarak dolaşıyor.
O tiyatronun senaryosunu yazan ve kayda alıp yayınlayanlar da gayet özgür bir şekilde halkı infiale sürüklemek için yeni oyunlar planlamakla meşguller.
El-Muhaberat’la iltisaklı isimler, Suriye rejimi propagandası yapıp mülteci düşmanlığının ateşine benzin döküyor, Türkiye’ye operasyon çekiyorlar.
Irkçılık ve yabancı düşmanlığı az ya da çok her ülkede görülen bir hastalık.
Bir de milliyetçilik maskesi arkasına saklanmış “İslâm düşmanlığı” var.
Türkiye’de kendilerini ülkenin gerçek sahibi olarak gören bir azgın azınlığın, “Ne Şam’ın şekeri ne Arab’ın yüzü”, “Kâbe Arab’ın olsun, bize Çankaya yeter” söylemiyle yetiştiği unutulmamalı.
Müezzinleri yıllarca ezan yerine “Tanrı uludur” diye bağırtan zihniyet, bu ülkede artık iktidar olamasa da hâlâ birinci sınıf vatandaş muamelesi görüyor ve korunuyor.
Caddeler İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve daha birçok dilde tabelalarla doluyken dükkân camlarına asılan ayet ve hadis levhalarının dahi sırf Arapça yazılı olduğu için sökülmesi sadece ‘İslamofobi’yle açıklanabilir.
Kaçak göçle mücadele ve ülke güvenliği için düzenlemeler yapmak hükümetin en doğal hakkı ve görevi.
Ancak uygulamanın da yasal çerçevede ve insan haklarına uygun yapılması, Türkiye’nin imajına zarar verecek kişisel hatalara fırsat verilmemesi gerekiyor.