Son yıllarda siyaset arenasında yaşananlar, ister istemez muhalefet tarafından “ötekileştirilmiş bir devlet”i de konuşmayı gerektiriyor.
Bunun en temel sebebi ise iktidar ile devletin eşitlenmesidir.
Bu eşitleme, tıpkı iktidarı temsil edenler gibi, onlar tarafından belirli bir süreliğine ve halktan aldığı yetkiyle yönettikleri devletin de “ötekilerinin devleti” olarak görülmesi gibi çok problemli bir bakışı da ortaya çıkarıyor.
Bu bakış seçimlerde, muhalefetin, ötekileştirerek iktidarla eşitlediği gerçek devlet yerine “metaverse bir devlet”i ika etmesi sonucunu doğurdu.
Bu, aynı zamanda oluşturulan sanal devletle gerçek devlet arasındaki açık bir savaşı da gözler önüne serdi.
Muhalefet, inşa ettiği sanal devletinden bakınca, iktidarla eşitlediği gerçek devletin de tıpkı iktidar gibi her türlü sınırsız iftira ve eleştiriye, hakarete, saldırıya maruz bırakılmasında bir beis görmedi; hatta bu farkı bile anlayamadı.
Muhalefetin yaklaşık yüzde 48 oy aldığını düşünürsek; devlet adına yapılan bu ötekileştirmenin aslında ne denli büyük bir kitle tarafından da benimsendiğini ve aslında “kendileri” olan devlete karşı, nasıl bazen duyarsız bazen de düşman hale geldiklerini, yabancılaştıklarını da anlayabiliriz.
Devleti ötekileştiren ve onun otoritesini işte bu denli büyük bir kitlenin gözünde zayıflatan muhalefet, yanlarına bilim, sanat ve edebiyat dünyasından karakterleri de katınca ve bunların mesajları da sosyal medya ve konvansiyonel medya araçlarıyla aynı kitleye ulaşınca etkisini pekiştirmiş oldu.
İktidar gibi ötekileştirilen ve onun içinde yok edilmesi gereken bir nesneye dönüştürülen devlet ve onun en yüksek temsilcisi olan Cumhurbaşkanı, bütün bu girişimlerin sonucu olarak -bir sokak röportajında henüz 10’lu yaşlarının başında olan bir çocuk tarafından bile- hakarete uğrayabilecek duruma getirilmiş oldu.
Muhalefet liderleri, “iktidarın devleti”ne ait kurumlara baskınlar yapmada, bakanlarını aşağılamakta, memurlarını, polisini ve askerini tehdit etmekte bir beis görmedi dolayısıyla.
Bu tutumun, duygusal siyasi kitlelerde, devlete karşı nasıl bir otorite kaybına yol açtığını aslında pek çok zeminde tespit etmek mümkündür.
Bu kitleleri arkasına almış ötekileştirmeye bağlı saldırı ve aşağılamalar, devlete karşı PKK ve FETÖ’ye nasıl ki bir can simidi oluyorsa diğer taraftan da milleti sömürmek isteyen, her türlü sınırını ve ahlakını yitirmiş bir ticaret anlayışını da besledi/besliyor.
İktidar karşısında ve onu oylarıyla yıkmak isteyen bu kadar büyük bir kitle varken, iktidarın bu oy potansiyelini karşısına alamayacağını ve dolayısıyla da kendilerine hiçbir şey olmayacağına hükmeden fahiş fiyatın mimarları da işte bu zeminden besleniyorlar.
Kitle psikolojisinin bütün kurallarının işlediği bir zeminde, kendilerini devlete karşı güçlü hissedenler, hukuk tanımaz bir eda ile -kendilerini de yok etme pahasına- bir açgözlülüğü sürdürmeye devam ediyorlar.
Muhalefetin gözünde “ötekileştirilmiş devlet” adına yapılan, keşfedilen ne varsa onlar da hükümsüz hatta alay edilmesi gereken bir şeye dönüşüyor.
Kullandığı yollar, köprüler, havalimanları, -yok saymasına rağmen- onu koruyan savunma araçları, keşfedilen doğal gaz, petrol rezervleri de işte bu ötekileştirmenin gazabına uğruyor.
Oysa bütün bunlar -ötekileştirmelere rağmen- gerçekte onun da içinde var olduğu devlete ait.
Tıpkı bir zamanlar AK Parti tarafından yapılan ama bugün bir CHP’li belediye tarafından yönetilen İstanbul’dakiler gibi.
“Öteki iktidar”ın yaptıkları nasıl ki bir anda berikinin olduysa bu, bugün haksız yere yok sayılanlar için de geçerlidir aslında.
Ne yazık ki tarihte görüntü, gerçeğin hep önünde olmuştur.
Kitleler görüntüye önem verirler ve inandıkları liderin komutlarıyla hareket ederler.
Muhalefet liderleri tarafından devlet için gösterilen yanlış fotoğraflar, kitlelerini devlete karşı da harekete geçirmiş oldu.
Oysa bir devlet, kendisini oluşturan milletin ta kendisidir ve bir şey kendi kendini ötekileştirdiğinde çok acı sonuçları olur.
Tıpkı bir insanın kendine yabancılaşması gibi bir toplumun da kendine yabancılaşması, nereden bakarsanız bakın bir yok oluşa götürür.
Muhalefetin sırf koltuk uğruna giriştiği bu savaşın başka ve gerçek bir kaybedeni de kendisidir aslında…
Bu vebal muhalefetin sırtındadır ve ne yazık ki bir geri adım emaresi de yoktur…