Basra Körfezi’nin batı yakasındaki Arap monarşileri, ortak ekonomik, siyasal ve sosyal hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla 1981 yazında Körfez İşbirliği Konseyi (KİK)’i kurdu.
Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Umman’dan oluşan KİK’in temel motivasyonu, İran’da şah rejiminin yıkılmasının ardından kurulan yeni rejimin devrim ihracından duyulan endişeydi.
Körfez bölgesinin altı zengin ülkesi, Avrupa Birliği türü bir birliğe dönüşme, ortak para kullanma ve benzeri hedefler belirlese de hayallerin büyük çoğunluğu gerçekleşmedi.
Bilakis KİK, Katar krizi örneğinde olduğu gibi üye ülkeler arasında yaşanan anlaşmazlıklar sebebiyle bugün dağılma noktasında.
Arap sokağındaki birçok analiste göre, konsey çoktan öldü ve şu an sadece cenazesinin kaldırılması bekleniyor.
KİK’in bu hale gelmesinde en büyük rolü Suudi Arabistan’ın son dönemde izlediği yıkıcı politikalar oynadı.
Körfez’de birlik ve bütünlüğü dağıtan Riyad, önceki gün Kızıldeniz ve Aden Körfezi’ne kıyısı bulunan 7 ülkenin yeni bir birlik oluşturacağını duyurdu.
Konuyla ilgili açıklamada; Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Cibuti, Somali, Sudan ve Yemen’den oluşan katılımcı ülkelerin bölgesel bir birlik kurulması konusunda anlaşmaya vardığı ifade edildi.
Birliğin hedefi, “uluslararası ticareti ve Kızıldeniz’deki uluslararası deniz trafiğini korumak” olarak açıklandı.
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil El-Cubeyr, Riyad’da düzenlenen toplantıda, “Kızıldeniz ve Afrika Boynuzu’nda kurulacak birlik neticesinde ekonomik ve çevresel güvenlik alanlarında iş birliği yapılabilir ve herhangi bir dış gücün stratejik bölgede olumsuz bir rol oynamasını engelleyebiliriz” dedi.
Körfez’de var olan mevcut birliğini yıkan Suudi Arabistan’ın Kızıldeniz’de yeni bir birlik kurmaya çalışmasındaki çelişki bir yana, birlik ilanı ve Adil El-Cubeyr’in açıklaması birçok soruyu beraberinde getirdi.
KİK, İran tehdidine karşı kurulmuştu.
Kızıldeniz’deki birlik hangi tehdide karşı kuruldu?
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı’nın “stratejik bölgede olumsuz rol oynamasını engellemek” istediği “dış güç” kim?
Amerika mı?
Riyad’ın böyle bir şeyi aklının ucundan dahi geçiremeyeceğini biliyoruz.
Adil El-Cubeyr’in işaret ettiği dış gücün İsrail olması da yine aynı sebeplerle imkânsız.
Ayrıca şu sıralar Riyad – Tel Aviv işbirliği tarihinin en üst seviyesinde.
Netanyahu da Suudi Arabistan’ı savunmak için çaba sarf edenlerin başında yer alıyor.
İsrail Başbakanı, geçen gün Kaşıkçı cinayetiyle ilgili açıklamada bulunarak, “İstanbul’da yaşananlar korkunç. Her ülke bu konuyla ilgili ne yapacağına karar vermeli ama Suudi Arabistan’da istikrar bozulursa sadece Ortadoğu’da değil tüm dünyada istikrar bozulur” dedi.
Kahire’de ve Romanya’da büyükelçilik görevlerinde bulunan İsrailli emekli diplomat Zvi Mazel, Jerusalem Post gazetesinde geçenlerde yayınlanan makalesinde Türkiye’nin Sudan ve Somali’deki askeri ve ekonomik varlığının Kızıldeniz’deki deniz trafiğini tehdit ettiğini yazmıştı.
Kahire ve Riyad’ın başka krizlerle boğuştukları için Türkiye’ye karşı koyamayacaklarını belirten Mazel, Erdoğan’ın Türkiye’yi büyük bir bölgesel güç yapmak ve Osmanlı İmparatorluğu’nu diriltmek için Sudan’ı kullandığını öne sürdü.
İsrailli yazarın makalesi ve Adil El-Cubeyr’in açıklamaları birlikte düşünüldüğünde doğal olarak akla şu tür sorular geliyor:
Yeni birliğin hedefi Türkiye mi?
Katar krizinde Doha’ya Türk üssünü kapatma şartı koşan Riyad, yarın benzer talepleri Somali ve Sudan’a da dayatmaya kalkar mı?