Rize ve Artvin gezimize şehir merkezlerine uğramadan yaylalardan, vadilerden, zirvelerden başladık. Bölgenin yeşil vadilerinde bulunan göller, şelaleler, dereler; gözlerimizi, kulaklarımızı, gönlümüzü fethederken yediğimiz lezzetli, geleneksel yemekler şifa oldu. Dağlardan, kar sularının kaynaklık ederek aktığı coşkun dereler, çaylar, Ender Kavrar Bey’in aklına, “kırmızı pullu alabalık”ın lezzetine bakma (yeme) fikrini getirdi. Ben “Tekrar gelmek için nazarlık olarak, kırmızı alabalık yemeyi bir dahaki sefere bırakalım.” dediysem de Ender Bey, ”Yemezsek, bu seyahat eksik kalır.” diyerek talebini sürdürdü. Kırmızı pullu alabalıkların akıbetine dair bilgiyi yazının sonunda vereceğim.

Geçen yazıda Ayder Yaylası’ndan, Fırtına Deresi’nden söz ettik. Bu yazıda biraz Rize’den, daha çok da Artvin’in ilçelerindeki ören yerlerinden bahsedeceğim.

Zilkale

Fırtına Deresi’nin kenarından yukarı doğru gidince, yol boyunca taş kemerli köprülerle geçiş sağlanıyor. Derenin ikiye ayrıldığı noktada iki tane kemerli köprü görünce aklıma bölge insanının meşhur, kendi camisini yapma hikâyesi geldi. “Ben senin yaptığın köprüden geçmem, kendi köprümü yapar geçerim.” niyetiyle mi yaptılar acaba?

Bu dik yamaçlarda turist olarak gezmek çok keyifli ama sürekli yaşayanlar için hayat şartları kolay olmasa gerek. O nedenle bölge insanının “azim ve hırsı” bilinen bir gerçektir. 70, 80 derece eğimli arazilerde çay toplamak her babayiğidin harcı değildir.

Uçurumlu yollardan ilerlerken yolların kesişim noktasında görkemli Zilkale göründü. Eskiden “Zirkale” yani aşağı kale olarak anılırmış; zaman içinde değişime uğrayarak Zilkale olmuş. Çocukluğumda hatırlarım, bir oyunda sona kalana “zırıncı oldu” denirdi. Kalenin yapım tarihi net olarak bilinmiyor. Taştan yapılmış iç içe geçmeli kule burçları bulunan, çok da büyük olmayan bir yapı. Kafanızı kaldırıp güneye baktığınızda Kaçkar Dağları’nın zirvelerini görüyorsunuz. Osmanlı döneminde kervansaray ve karakol olarak kullanılmış. İspir’den gelen yol güzergâhı buradan Karadeniz’e inermiş.

 Mençuna Şelalesi ve Kara Göl

Bölgenin en görülmeye değer yerlerinden birisi Artvin’in Arhavi ilçesi sınırları içinde bulunan Mençuna Şelalesi’dir. Burada yer isimlerini telaffuz etmek, akılda tutmak oldukça zor. “Mençuna” Lazca’da “hissedar” anlamına geliyormuş. Kamilet Vadisi’nde bulunan şelaleye ulaşmak için patikayı takip ederek dik yollardan, 30- 45 dakika arası yürüyüş yapmak gerekiyor. Yaşlı ve hastalara tavsiye etmem. Tırmananlar, dönenlerin yüzlerine anlamlı anlamlı bakarak, “değer mi, dönsek mi acaba?” diye soruyorlar. Dönenler, mutlu ifadelerle “Mutlaka görün, bu manzara kaçmaz.” diyerek gidenleri cesaretlendiriyorlar. Şelalenin önünde eski ve sallanan bir tahta köprü var. Yaklaşık 100 metre mesafeden dökülen şelale, aşağıda küçük bir göle dönüşüyor. “Denize giremedik, hiç değilse göle ayaklarımızı sokalım.” diyerek paçaları sıvadık. Sonra da küçük ahşap kulübede içtiğimiz kekik çayının verdiği rehavete rağmen dönüşe geçtik.

Borçka’nın yaklaşık 30 km uzağında heyelan sonucunda oluşmuş Kara Göl’ü görmeden dönmeyin, derim bana sorarsanız. “Sükûnet vadisinde”, yeşille mavinin birleştiği yerde, bir tabiat parkı adeta dinlenmek için sizi çağırıyor.

Gelelim kırmızı pullu alabalığa; ısrarlı talep, sonuç verdi. Sonunda Çağlayan Köyü’nde, güzel bir balık tesisinde, farklı lezzetlerle karıştırılmış somon balıklı yemeklerin yanı sıra alabalık yeme imkânı da bulduk.