Seçim yarışlarında ya kazanırsınız ya da kaybedersiniz. Bunun teselli ikramiyesi olmaz. Önce kaybedenlerin durumuna kısa bir göz atalım. Seçimden önce felaket tellallığı yapanlar aslında hepimizi az veya çok olumsuz etkiledi. Millet kendinden emindi ama avaz avaz bağıran, ev sahibini bastıran yavuz hırsızlar toplumda acaba duygusu oluşturdu. Birinci seçim sükûnet içinde geçince “Oh be rahatladık, bu Bremen Mızıkacıları artık millete rahatsızlık vermez.” diye düşünüyorduk ama yanılmışız. Bu defa daha yüksek perdeden haykırarak ortalığı velveleye verdiler. Birinci turda piyasaya sürdükleri söylem tutmayınca bu defa yeni bir ambalajla çok farklı bir kampanya denediler. Ancak bir hafta içinde yapılan çalışmalar, siyasal kampanya adına çöp oldu. Yaptıkları adam gibi bir iş olmayınca, toplumun değerleriyle barışık bir söylemleri de olmayınca önemli soyut kavramları sık sık tekrarlayarak içini boşalttılar. Bilgi kirliliğinden başka elimizde muhalefetten ne kaldı Allah aşkına…

Peki, seçim bitti. Kaybedenler toplumun önüne çıkıp kazananı tebrik ettiler mi? Çok haksızlık etmeyelim bir iki kısık ses oldu. Milletin mesajını aldık, oturup muhasebe yapıp gerekli sonuçları çıkaracağız, diyen oldu mu? Allah’tan bu ikinci turda milleti doğrudan suçlamak gibi bir gaflete düşmediler.

Şunu bir türlü anlamıyorlar! Bu ne idüğü belirsiz, Türkiye’ye özgü sol denen zihniyetin toplumda karşılığı yok. Günah defteri çok kabarık, yaptığı kötülüklerin haddi hesabı yok. Kırık eski bir vazo olarak müzede durması gerekirken değerlerine bağlı olduğunu bildiğimiz küçük gruplarla cilalanarak toplumun önüne çıktılar. Ancak bu cilanın, makyajın arkasındaki dökük vazoyu fark etti millet. Ve gereğini yaptı.

Bu seçimin kazananı başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan oldu. Başkanlık sistemi referandumdan sonra tekrar oylandı ve onaylandı. Ak Partililer seçim zaferlerini büyük bir olgunluk içerisinde, bayram havasında kutladılar. Bu zafer, dünyanın her yerinde büyük coşkuyla karşılık buldu. En çok dikkat çekenler mazlum coğrafyalarda Türkiye’ye umut bağlayan halkların sevinci idi. Bunun üzerinde tekrar tekrar düşünmeye değer…

Şimdi artık önümüze bakma zamanıdır. Türkiye’nin durmaya zamanı yok. Bu coğrafyada duran düşer. Dünyada çok fazla meseleye müdahil olmuş ülke olarak bu girişimlerimizi artırarak devam ettirmeliyiz. Hem içeride hem de dışarıda yapılacak çok iş var. Dünya ekonomik sosyal çalkantıları atlatabilmiş değil. Biz de ülke olarak bundan nasibimizi alıyoruz.

Her alanda üretmeye daha hızlı devam etmeliyiz. Üretimin önündeki engelleri hızla kaldırmayı sürdürmeliyiz. Ürettiklerimizi ihraç etmenin de önünde ne engel varsa bertaraf etmeliyiz. Sadece tekstil, gıda ve makine gibi sektörler için değil hizmet ihracatı için de daha çok gayret etmeliyiz.

Yeni dönemde iki ana meselenin hep gündemimizde olması gerekir. Birinci mesele, eğitim. Özellikle meslekî eğitim için başlatılan iyi işler arttırılarak devam ettirilmelidir. İkinci mesele ise kültür sanatın millîleşmesidir. Bu konuda yerli ve millî olan yeterli vasıfta sanatçımız ve kurumumuz vardır. Onların önünün açılması ve desteklenmesi için kısa, orta ve uzun vadeli tedbirler alınmalıdır.

Son bir söz; yapılan her işin iletişim boyutu daha planlama aşamasında hazırlanmalıdır.