Kuzey Irak’ta gerçekleştirilen bağımsızlık referandumu ve başta Türkiye olmak üzere diğer ülkelerin Barzani’nin bu adımına tepkisi Arap sokağında da yakından takip ediliyor.
Duygular ve düşünceler karmaşık, yorumlar çeşitli.
Kuzey Irak coğrafyamızın bir parçası ve orada yaşanan her gelişme çevresini de bir şekilde etkiliyor.
Böyle olunca da alınan pozisyonlar kaçınılmaz olarak kişilerin diğer birtakım konulara ve bölgesel sorunlara bakışından etkileniyor.
Örneğin hem İran’a ve hem de Türkiye’ye karşı düşmanca duygular besleyenler Kuzey Irak’taki referandumdan gayet memnun.
Bağımsız bir Kürdistan ve hatta “Büyük Kürdistan” kurulması fikrini destekliyorlar.
Bu tavırlarının nedeni “Her halkın olduğu gibi Kürtlerin de bir devleti olmalı” türünden düşünceler ya da Kürtleri çok sevmeleri değil.
Referandumu hararetle savunmalarının tek nedeni, Irak’ın bölünmesine yol açsa dahi bu adımın İran’a ve Türkiye’ye zarar verecek olduğunu düşünmeleri.
İsrail’in referanduma açık desteği ve Erbil’deki gösterilerde İsrail bayrakları açılması Arap sokağında özellikle İslami hassasiyeti olanlar tarafından sorgulanıyor.
Ülkenin bu duruma gelmesinin başlıca sorumlusunun Amerikan işgalinin ardından Bağdat’ı ele geçiren mezhepçi yönetim olduğu düşüncesi yaygın.
Bununla birlikte, Irak’ın keskin hatlarla etnik ve mezhepsel olarak bölünmesine yol açan süreçte Kürt liderlerin Şii gruplarla işbirliği yaptığı ve Sünni Arapların ikinci plana itilmesine sessiz kaldığı hatırlatılıyor.
Barzani’nin ulus devlet ısrarının halihazırda kan gölünü andıran bölgede yeni çatışmaların fitilini ateşleyeceği konusunda aşağı yukarı herkes hem fikir.
Fakat söz konusu olası çatışmaları İran ve Türkiye’nin “istinzafı” (sürekli kan kaybetmesi) için bulunmaz bir fırsat olarak görenler de var.
Bu arada, Ankara’nın Kuzey Irak referandumuna gösterdiği tepki Katar’la her türlü ilişkilerini kesen Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Mısır rejimlerinin yandaşları tarafından Körfez’deki krizle kıyaslanıyor.
Sapla samanın birbirine karıştırıldığı bu benzetme Türkiye’yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı karalamak için kasıtlı olarak yapılıyor.
Dört ülkenin yaptırım uyguladığı Katar’ın yardımına koşan Erdoğan’ın Kürtleri aç bırakmakla tehdit ettiğini söyleyerek Katar krizinde Türkiye’nin ortaya koyduğu insani duruşu değersizleştirmeye çalışıyorlar.
Aynı şeyi Gezi Parkı olayları sırasında da yapmış, vandalları Arap Baharı ülkelerinde demokrasi isteyen gençlere ve Erdoğan’ı da barışçıl gösterileri bastıran Arap diktatörlerine benzetmişlerdi.
Söz konusu kesim, Erdoğan’ın geçenlerde bir konuşmasında ifade ettiği “Yiyecek ekmek bulamazlar” sözüne balıklama atladı.
Cumhurbaşkanı’nın bu sözü anında başlıklara taşındı.
Türkiye, milli güvenliğine yönelik tehditlere karşı gerekli tedbirleri alırken saldırıların tek bir yönden gelmediğini, bölgedeki ve dünyadaki imajını hedef alan bir başka savaşın daha olduğunu unutmamalı.
Savaşın birini kazanırken diğerini kaybetmemek için atılacak adımlar ve kullanılacak sözcükler özenle seçilmeli.
Ülkemizin bekası ve geleceği için yapılması gerekenlerden sağdan soldan gelen eleştiriler nedeniyle vazgeçecek değiliz elbette.
Fakat bunu yaparken, Türkiye’nin son yıllarda ortaya koyduğu göz alıcı örnekliğe ve bölge halkları nezdindeki değerine darbe vurmak isteyenlere malzeme verilmekten de olabildiğince kaçınmalıyız.