Yaşam adlı sofradan tıka basa yediği halde başka yaşamlara hastalıklı bakışlar atan kardeşlerim
Siz ey, dediğimde dönüp bakma zahmetinde olmayan her şeyi bilenler
Siz ey hep haklılar, dediğimde gürültüyle yürüyenler
Siz ey her güzelliği hak ettiğini düşünen, bir damla ter akıtmamış insanlar
Siz ey aşkı siyasete boğduranlar
Siz ey siyaseti dostluğa boğduranlar
Siz ey dostluğu aşkın elinde oyuncak edenler
Siz ey inanacak bir şey bulduğunda aşka, siyasete ve dostluğa kurban verenler
Siz ey, dediğimde dilimde bir düğüm olup kalanlar!
Yeter ki sizin gönlünüz olsun. Yedisinden yetmişine kadar bizler, siz çeşmenin suyunu bitirene kadar bekleriz bir duldada. Yeter ki sizin gönlünüz olsun. Yedi yaşındaki çocukların etini dilinize dolayın. Yetmiş yaşındaki ak saçlı kadınların, aksakallı dedelerin yerine de siz konuşun. Yedi yaşındaki ıstırabı, acısı, mağdurluğu ile baş başa kaldığında siz başka avlar peşine düşersiniz. Sırf siyasetiniz için bir gün yedi yaşındaki çocuğun yanında diğer gün yedi yaşındakine zulmedenin yanında durursunuz. Siz ey hak ile batılı herkesten daha çabuk, kolay ve işinize geldiği gibi yorumlayanlar! Siz ey, dediklerim; sizi düşündükçe başıma ağrılar giriyor ve bir yerlerde ölmeye unuttuğum fikrine kapılıyorum.
Siz ey teninin ihtiyacını aşk, çıkarlarını kullanacak bir can bulmayı dostluk, kendi tarafının galip gelmesini ve keseyi doldurmayı siyaset zannedenler! Tanrıya giden köprüleri birer birer patlattıktan sonra; O, bizi terk etti diye, Allahtan kaçanlar! Durun, biraz hafifleteyim: Hakkaniyetten köşe bucak kaçanlar. Cümleleriniz sanki bir köpek boğuşması gibi. İllaki birinin etini ısırmalı, illaki can yakmalısınız. Oysa canı yananlar için söz alanlar konuşmaya başladığında, samimiyetlerinden gök kubbe durup onları dinlerdi.
Aşkınızda samimi, dostluğunuzda hakkaniyetli, siyasetinizde adaletli değilsiniz. Siz, Millet İttifakı ya da Cumhur İttifakı içinde olabilirsiniz; ama biliyorum ki sizler sınır tanımayan bir kuralsızlıktasınız. Siz ey, susması gereken zamanda susmayan, konuşması gereken zamanda dilini kesenlersiniz! Bakın geliyor gelmekte olan! Böyle desem ne olur ki! Herkes biliyor, mukadderat diye ömür diye başlayanın biteceğini bildiren bir zaman var.
Geçenlerde bir yazar yazdı: Öte tarafta hissedeceğimi bildiğim bir şey var; utanç, dedi. Utanç… Yaşıyor olmaktan utanç duyanlarla, saldırganca yaşayanların arasındaki o derin fark korkutuyor beni. Saldırganca ve hiç doymaksızın, hatta başkalarının acılarından bir şehvetle bahsedenlerin olduğu bir dünyadan siz de korkmuyor musunuz?
Otobüse binmekten, sokağa çıkmaktan, sosyal medyayı açmaktan, derse girmekten, birdenbire başlayan siyaset, aşk, sex, dostluk, kadın hakkında bir konuşmanın ortasına düşmekten, küfür ve dedikodu duymaktan, hiçbir şeye inanmayan, her şeye saldıran, her şeyden yana olan birileriyle karşılaşmaktan sürekli dövülmüş bir enik gibi korkuyorum. Çünkü aynı kelimeleri konuşsak da aynı anlamlara gelmediğini biliyorum. Çünkü bir ruhunuz varsa sizi dövmeseler de ağır yaralı edecek kadar Vandal kelimeleri var insan kardeşlerimin. Kusar gibi dökülüyor kelimeler ağızlarından.
Ey insan kardeşlerim!
Bakın bu güldür.
Bakın bu hayattır.
Bakın bu aşktır hevesten ve ten talebinden öte.
Bakın bu siyasettir, hakkaniyet için vardır.
Bakın bu dostluktur, dünya ıssızlığına kandildir.
Ey insan kardeşlerim! Bakın, demeseydim keşke. Hepsinin yerinde yeller esiyor. Dumura uğratan aşktan, dosttan, siyasetten; inziva ve sükutun ıssızlığı daha cazip görünüyor.
İstila çoktan başladı; oturanın yürüyenden, yürüyenin koşandan daha hayırlı olduğu bir zaman geldi çattı. Ve ‘Allah’ım hayretimi artır’ duasından korkuyorum. Hayranlığımızı artıracak bir şeylerin özlemiyle…