İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun önceki gün İsrail ordusunun Gazze Şeridi’ne düzenlemeye hazırlandığı kara harekâtıyla ilgili açıklamasının sonunda bahsettiği kehanet, dikkatleri savaşın başka bir boyutuna çekti.

İsraillileri bir araya gelmeye ve zafere ulaşmak için hızla ilerlemeye çağıran Netanyahu, “Ortak gücümüz ile haklılığımıza ve Yahudi halkının ebediliğine olan derin inancımızla Hamas’a karşı Yeşaya kehanetini göreceğiz” dedikten sonra Tevrat’ın Yeşaya kitabından şu alıntıyı yaptı:

“Ülkenden şiddet, sınır boylarından soygun ve yıkım haberleri duyulmayacak artık. Surlarına ‘Kurtuluş’, kapılarına ‘Övgü’ adını vereceksin” (Yeşaya 60:18)

Söz konusu kitapta bahsedilen ve Netanyahu’nun gerçekleşmesini arzu ettiği kehanetler bununla sınırlı değil.

Aynı kitapta örneğin Mısır için tehdit içeren şu kehanetler de yer alıyor:

“Nil’in suları çekilecek, kuruyup çatlayacak yatağı. Su kanalları kokacak, kuruyacak ırmağın kolları, kamışlarla sazlar solacak. Nil kıyısında, ırmağın ağzındaki sazlar, Nil boyunca ekili tarlalar kuruyacak, savrulup yok olacak. Balıkçılar yas tutacak, Nil’e olta atanların hepsi ağlayacak, suyun yüzüne ağ atanlar perişan olacak.” (Yeşaya 19:5-8)

Netanyahu’nun alıntı yaptığı yerin birkaç satır öncesinde de (Yeşaya 60:12) “Tanrı tarafından İsrail’e vaat edilen büyük krallığa kulluk etmeyen ulus ya da krallıkların yok olacağı” kehaneti bildiriliyor.

Yıllardır “Orta Doğu’nun en laik ve demokratik ülkesi” diye propagandası yapılan İsrail’den böyle bir açıklama gelmesi birçok kişiyi şok etti.

Westphalia Barış Antlaşması sonrası kurulan yeni devlet sisteminde ve modern uluslararası ilişkilerde dinin önemini tamamen yitirdiğine inananların şaşırmaları gayet normal.

Oysa İsrail’i yakından takip edenler, dinî motivasyonun İsrail’in politikaları üzerindeki etkisini, İsrailli politikacıların Filistinli kadınların ve çocukların acımasızca katledilmesine fetva veren Yahudi din adamlarıyla içli dışlı olduklarını bilirler.

Netanyahu’nun sözleri İsrail’in derdinin sadece Gazze ve Hamas olmadığını açıkça gösteriyor.

İşgalciler dört gözle Yeşaya kehanetlerinin gerçekleşmesini beklerken teopolitik hakikatleri görmezden gelerek İsrail’in Ağlama Duvarı’ndan ve Tapınak Tepesi’nden, hatta “Yahuda ve Samarra” olarak adlandırdığı Batı Şeria’dan vazgeçip 1967 sınırlarına çekilmeyi kabul edeceğini zannedenler boşuna beklerler.

İsrail ve Filistin arasında yıllardır aralıklarla yürütülen siyasi müzakerelerden Filistinliler lehine hiçbir sonuç alınamamasının sebebi de budur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Bu savaşı Haçlı-Hilal meselesine döndürmeyin” uyarısında bulundu ama Batılı liderlerin, Orta Doğu’da girdikleri savaşlara Haçlı Seferleri gözüyle baktıklarını biliyoruz.

11 Eylül saldırılarının ardından dönemin ABD Başkanı George W. Bush, teröre karşı “Haçlı Seferi” başlattığını söylemişti.

Amerikalı Senatör Lindsey Graham’ın Filistin direnişi ve İsrail arasında hâlen yaşanmakta olan çatışmalar için “Bu bir din savaşı” dediğini ve İsrail’in yanında olduğunu ilan ederek Gazze Şeridi’nin dümdüz edilmesini istediğini tüm dünya duydu.

Uluslararası ilişkiler öğrencilerinin ve hocalarının jeopolitik ve ekopolitiğin yanında biraz da teopolitik okumaları gerekiyor.