Bir şehrin urgan satılan çarşıları kenevir, kandil geceleri bir şehrin buhur kokmuyorsa, yağmurdan sonra sokaklar ortadan kalkmıyorsa, o şehirden öç almanın vakti gelmiş demektir” diyordu İsmet Özel.

Söylemler sentetik, eylemler yapay bir hale gelmişse ve sarmıyorsa o şehir insanı, tehlike çanları çalıyor demektir.

Yöneticileri toplumla bütünleşemiyor, değer ölçüleri hala kokuşmuş Batı üzerinden hesaplanıyorsa, acıyı bir tütün gibi sarıp, ciğerlerine çekmenin zamanı gelmiştir.

Yâ da çekip gitmenin…

Ümmet coğrafyasının kadim şehirleri bir bir işgal edilmişse, çocuk çığlıkları göğün duvarını parçalamaya başlamışsa artık kuşanmanın zamanı gelmiştir.

Ve ayağa kalkmanın…

Tozu dumana katmanın…

Ve söz bitmiştir.

Zaman ayağa kalkmanın zamanıdır.

Şu hale bakın Allah aşkına!

Ümmetin birçok şehri fiili, geri kalanları ise kültürel işgale uğramış durumda.

İki gün önce Diriliş Postası’nda okudunuz işte!

Hem de bu mübarek Ramazan ayı içinde.

Bilmem hangi belediye, Ramazan etkinlikleri adı altında falanca pop şarkıcısını çağırmış.

Bilmem hangi belediye, Kıbrıs’taki kumarhaneyi Ramazan etkinlikleri için ana sponsor yapmış.

Ramazan etkinlikleri bir iki musiki ile beraber güldürü ve eğlenceye dönüşüyor.

Hani bir söz vardı; “Tilkinin kırk çeşit hikâyesi varmış, kırkı da tavuklar üzerineymiş” diye.

Beyefendiler, manevi atmosferin tavan yaptığı bir ayda millete pop dinletiyorlar.

Çünkü gözleri ve kulakları hep bu işlerde.

Baksanıza televizyonlara: Gün boyu hangi yemeği yapsak diye akıl veren programlar ile Ramazan’a özel bilmem hangi bankanın yüzde kaç indirim kredi kartı reklamları…

Ahlâk ve değer ölçülerinin dibe vurması budur işte!

Sözü kıvırmanın bir anlamı yok artık.

Artık kendi gerçeklerimizle yüzleşmek zorundayız.

Vakıf, dernek ve cemaatlerimiz kendi ekseni etrafında dolanıp duruyorlar.

Değil ümmeti, kendilerini bile kurtaracak bir projeleri maalesef yok!

Tabiri caizse, Tih Çölü’nde kaybolmuş İsrailoğulları’nın durumuna düşmüşüz.

Nereden başlayacağımızı dahi bilemiyoruz.

Şaşkın şaşkın geziyor ve boş boş konuşuyoruz.

Öyle ki kurtuluş adına attığımız adımlar, söylediğimiz cümleler bir zaman sonra ip olup boynumuza dolanıveriyor.

Çünkü gerçeği ve doğruyu belirleyen hak elimizden kayıp gitmiş.

Biz de kayboluvermişiz.

Sanırım işgale uğramak bu olsa gerek!

Yani sadece şehirler değil, fikirler ve zihinler de işgal edilmiş!

Dahası zaman su gibi akıp gidiyor.

Ve tükeniyor ömür denilen sermaye.

Gerçek manada çıkış yolu arıyorsak birbirimize gerçekleri de söylemeliyiz artık.

Ne diyordu Allah’ın Resulü Muhammed Aleyhisselam: “Acı da olsa hakkı söyle.”

En azından biz Müslümanlar olarak birbirimize Ali Cengiz oyunu oynamayalım.

Gerçeği ve hakkı söyleyeyim artık.

Bu hal bizi Tih Çölü’nden asla çıkarmaz.

Hatta şaşkınlık daha nice 40 yıllar boyu devam eder.

İnanmıyorsanız Enfal Sûresi 53. Ayet-i Kerime’ye bakın: “Bir toplum kendilerinde bulunanı değiştirmedikçe Allah onlara verdiği bir nimeti değiştirmez ve şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”

Şu anda yaptığımız ve bildiğimiz şeylerde diretmenin bir anlamı yok!