Devlet üzerine çalışmalarıyla bilinen Fransız sosyolog Pierre Bourdieu, Loic Wackuant ile yaptığı bir çalışmada çok ilginç bir analiz yapıyordu; “Bana göre kötücül işlevselciliğin Truva Atı olan aygıt kavramına çok soğuk bakıyorum: Bir aygıt bazı amaçlara ulaşmaya programlanmış bir cehennem makinasıdır. Bu komplo fantezisi, toplumsal dünyada olup biten her şeyden şeytani bir iradenin sorumlu olduğu düşüncesi, eleştirel düşünceyi çok sık felç etmektedir.”
14 Mayıs seçimlerine giderken çok daha belirgin bir şekilde gözlediğimiz en önemli şey, yalan ve komplo ile örülü bir muhalefet biçiminin, irrasyonel guruplara âdeta bir Truva Atı olma hâlidir.
PKK, FETÖ ve marjinal sol gurupların neredeyse tamamının destek açıklaması yaptığı bir adayın, bu irrasyonel gurupların destek açıklamalarına sessiz kalması, en azından onların desteğini reddetmediği anlamına gelmez mi?
Dahası “milliyetçi ve muhafazakâr” olduğunu iddia eden destekçilerin de bu sessizliğe eşlik etmesi çok manidar değil mi?
Dolayısıyla da üretilen komplo ve yalanların bilimsel, mukayeseli, rasyonel bakışları felç ederek sıhhatli ve dingin bakışların önünü tıkadığına şahitlik ediyoruz.
Bunun ne anlama geldiğini ve ülkeyi nereye götürebileceğini anlamak için irrasyonel guruplara Truva Atı olan Nasyonal-Sosyalist Hitler iktidarı örneği ufuk açıcı olabilir.
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından ortaya çıkan dramatik koşullar ve ardından kurulan Weimar Cumhuriyeti ile ilerleyen siyasal istikrarsızlıkların beslediği umutsuzluklar içerisinde gelişen -görece iyi niyetli- ırkçı anlayışların, irrasyonel yapılarla birlikte Hitler’i iktidara taşıması ve sonrasında ise herkesin bildiği o “Nazi Almanyası”nın doğuşu.
“Olamaz” diyenler, Almanya’nın sadece on yılda nasıl o hâle geldiğini iyi araştırması lazım.
Abdülhamid’in hal edilmesinin faturasını nasıl yüz yıl ödediğimize iyi bakması lazım.
-Allah korusun- 15 Temmuz başarılsaydı ne olurdu, diye iyi düşünmesi lazım.
Bugün pandeminin ve “asrın felaketi” olarak tanımlanan depremlerin ortaya çıkardığı tabloda gelişen fiyat artışlarını doğru okuyamayıp, rasyonalitesini kaybederek sandığa giden neredeyse hiçbir ülkede siyasi istikrar sağlanmış değildir.
Çünkü gelişen tablonun kaynağı sadece ülkenin iç dengeleriyle ilgili değildir; “iktidarlar tamamen sorumsuzdur” da demeden bir hakkı teslim edersek eğer.
Pandeminin ürettiği koşullarda seçim yaparak iktidar değiştiren ABD, İngiltere, Almanya, İtalya, İsrail örnekleri aslında ne demek istediğimizi çok açık olarak göstermektedir.
Zira herhangi birinde, “daha iyi olmuştur” denemediği gibi ardı ardına seçimlere gidenler bile var; İngiltere, İsrail, İtalya örneklerinde olduğu gibi…
Bütün bunlara karşın Türk seçmeni, kendi ülkesinde var olan “siyasi istikrarın” farkında görünüyor.
Yapılan alan araştırmaları, seçmenin irrasyonel guruplara Truva Atı olan muhalefetin farkında olduğunu ve iktidarı neden desteklediğini çok açık olarak ortaya koymaktadır.
Seçmen, Truva Atı’na binerek devletin tam göbeğine “zehirli iktidar tohumunu” ekmek derdinde olan hiçbir terör yapısına fırsat vermeyeceğini ifade ediyor.
Abdülhamid’e karşı Ermeni çetecilerinin bile desteğini sorgulamadan alarak, irrasyonel guruplara Truva Atı olan İttihat-Terakki örneğini bir kere daha tekrarlatmayacağını söylüyor.
Üstelik hâlâ onların Abdülhamid’e karşı kullandığı; “Kahrolsun istibdat, kahrolsun zulüm; yaşasın hürriyet, adalet, müsavat ve meşveret!” temel sloganını -Gezi olaylarını da kutsayarak- açıkça kullanmaktan çekinmeyen bir muhalefet varken.
Soralım o hâlde: En büyük zulmün; “Yaşasın hürriyet, adalet, müsavat ve meşveret!” diyenlerden gediğini unutan var mı?