Dışişleri Bakanımız Sayın Hakan Fidan, Mısır ziyareti sırasında ABD’yi ima ederek sahiplerinin artık İsrail’in tasmasını eline alması gerektiği ve bölgenin daha fazla İsrail provokasyonunu kaldıramayacağını belirten sert bir uyarıda bulundu.
Peki Sayın Fidan neden böyle sert bir açıklamada bulundu?
Gelin, beraber değerlendirelim.
İsmail Heniyye suikastı sonrası İran’ın İsrail’e nasıl bir cevap vereceği ya da herhangi bir cevap verip veremeyeceği hâlâ tartışılıyor.
İran, konsolosluk saldırısı sonrasında olduğu gibi İsrail’e karşı belki bir cevap üretebilir.
Ama İsmail Heniyye suikastının da gösterdiği gibi; bu cevabın, İsrail’i İran’ın egemenliğini doğrudan hedef alan başka provokatif saldırılar yapmaktan caydıramadığını tüm dünya gördü.
Bundan dolayı burada esas mesele İran’ın İsrail’e bir cevap verip verememesi değildir.
Esas mesele, İran’ın İsrail karşısında caydırıcılığının gün geçtikçe daha da zayıflıyor olmasıdır.
Caydırıcılık uluslararası ilişkilerde önemli konseptlerden birisidir; özetle iki aktör arasında, taraflardan birinin diğerine saldırmasını engelleyecek askerî bir dengenin kurulmasına dayanır.
Caydırıcılığınızı ya karşı taraf size saldırdığında vereceğiniz cevabın iktisadi ve askerî maliyetinin karşı taraf için kabul edilemez düzeyde olmasını garanti edecek bir askerî altyapı ile sağlayabilirsiniz; ya da karşı taraf size saldırsa bile askerî olarak zarar görmenizi imkânsız hâle getiren bir teknolojik üstünlüğe erişerek de sağlayabilirsiniz.
Bütün bunların ötesinde, bu kapasitenizi kullanma konusunda ciddi olduğunuzu hem sahada hem de masada karşı tarafa hissettirecek adımları atmanız elzemdir.
Yani ordunuzun sahadaki konumlanışı, devlet adamlarınızın verdiği mesajlar hasmınızı caydırmaya hizmet etmelidir.
Böylelikle ciddiyetiniz ve gerekirse askerî bir çatışmayı göze alacağınız konusunda karşı tarafın zihninde herhangi bir soru işareti kalmamalıdır.
İran ile İsrail arasındaki dengeye baktığımız zaman yaşanan son gerilim İran’ın, İsrail’i her iki yöntemi kullanarak da caydıramadığını açıkça ortaya koydu.
Evet, İran İsrail’e bazı cevaplar üretiyor ama bu cevapların İsrail’i caydırmadığını; aksine ciddi bir bedel ödemediği için daha da iştahlandırdığını görüyoruz.
İran’ın İsrail’e karşı ciddi bir cevap üretememesinin temelinde İsrail’in bariz askerî üstünlüğü ve ABD’nin İsrail’in her ne koşulda olursa olsun arkasında olacağının bilinmesi en önemli etken.
Bundan dolayı İran; bugüne kadar İsrail’in Suriye, Irak ve İran içindeki tüm saldırıları ve suikastlarına karşı hep vekilleri üzerinden örtülü cevaplar üreterek doğrudan bir çatışmadan kaçmayı tercih etti.
İran buna da stratejik sabır adını verdi.
Ama Hamas’ın 7 Ekim saldırısı sonrasında bölgede bütün dengelerin değiştiği bir denklemde, üstü örtülü bir savaşa dayalı bu eski stratejinin artık işe yaramadığı İsrail’in son saldırıları sonrasında açık bir şekilde ortaya çıkmış oldu.
Netanyahu yönetimi altındaki İsrail’in bugün artık İran’ı doğrudan mindere çekecek provokasyon adımlarını ardı ardına atma konusunda oldukça kararlı olduğu son gelişmeler neticesinde herkes tarafından anlaşılmış oldu.
Netanyahu’nun temel amacı, İran’ın da müdahil olacağı topyekûn bir bölgesel savaş çıkararak ABD’nin İsrail tarafında savaşa girmesini sağlamak.
Netanyahu ancak bu şekilde söz konusu savaştan zaferle çıkabileceğini, bir başarı hikâyesi yazabileceğini ve siyasi kariyerini koruyabileceğini düşünüyor. Zira Gazze’de tam bir bataklığa saplanılmış durumda.
Dolayısıyla İran bugün tam manasıyla köşeye sıkışmış hâlde.
İsrail’e verilecek zayıf ama caydırıcı olmayan bir cevabın doğrudan İran’ı hedef alan yeni İsrail saldırılarını tetikleyeceği artık kesin.
İsrail’i caydırmayı hedefleyen ciddi bir İran saldırısının ise bölgesel bir savaşa dönüşme riski çok büyük.
Dışişleri Bakanımız Sayın Hakan Fidan’ın açıklamasını işte bu denklem içerisinde anlamlandırmak lazım.