Alçak ve korkakların uçakla bıraktıkları bombalarla katledilen/soykırıma tabi tutulan çocukların mezar taşı olmayacak. Çünkü mezar taşını koyacak anne ve babalar da aynı alçaklığın kurbanları. Devlet paradigmasını ve devletin siyasi geleceğini; öldürme, insanları aç ve elektriksiz bırakma, hastaneleri bombalama, çocukların ileride kendilerine karşı birer savaşçı olmasından korkarak çocukları öldürmek üzerine kuran anlayış sahiplerinin tabi oldukları bir hukuk ve ahlaktan söz edilemez. Çocuk öldürmek, vahyin geçmiş varislerinin masum insanlarına yönelik işlenen firavunî bir eylem olarak hatırlatılır. “O ülkede Firavun kendini büyüklük duygusuna kaptırmış ve ülke halkını kastlara, sınıflara ayırmıştı. (Öyle ki,) onlardan bir kısmını iyice hor ve güçsüz görmek istiyor (ve bunun için de) erkek çocuklarını öldürüyor, (yalnız) kadınlarını sağ bırakıyordu; çünkü o, gerçekten de (yeryüzünde) bozgunculuk çıkarmak isteyen kimselerdendi” (Kuran:28/4). Bu anlatı Yahudilerin inandığını iddia ettikleri Tevrat’ta şöyle anlatılır. “İbrânî kadınlarına ebelik yaptığınızda (veya doğum yaptırdığınızda) doğum sırasında bakın; doğan şayet oğlan ise onu öldürün. Eğer kız çocuğu ise bırakın (…) Sonra Firavun bütün kavmine şöyle diyerek emretti: [İsrailoğulları’ndan] doğan her erkek çocuğu [bulduğunuzda derhâl] Nil’e atın! Her kız çocuğunu ise hayatta bırakın!” [Tevrat: İkinci Kitap, Bab 1/16-22: İsrailoğulları’nın Mısır’a yerleşmelerinden sonra ülkede çoğalmaları, Saadya Gaon, Tevrat (Tora) Tefsiri C.1, TYEKBY, İstanbul 2018, s.698-699].

Yahudiler tarih boyunca Asurlular, Romalılar, Avrupalılar (Endülüs-İspanya ve Almanya) tarafından kendilerine karşı işlenen suçları ve vahşeti; insanlara ve insanlığa karşı artırarak (özellikle tarih boyunca kendilerini insan kabul edip, koruyup, kollayan, himaye eden Müslümanlara karşı) tekrarlamaya ve daha vahşi bir anlayışla uygulamaya devam ediyorlar. Sürgün, katletme, Auschwitz ölüm kampı benzeri kamplar kurma ve orada yaşamaya mecbur bırakılan insanları fosfor bombası ile katletme! Tasarlayarak ve taammüden soykırım yapma ve büyük suç, en büyük suç olarak Firavun’un “erkek çocuk katletme” eylemini, hamile annelerden başlayarak ve cinsiyet gözetmeden gerçekleştirme (Burada Firavun gibi düşünüyorlar. “Bu çocuklar büyüdüklerinde bizi yok ederler” korkusu)…

Dünya tarihinin kayıtlarında Netanyahu ve benzerlerinin geldiği izlekte pek çok diktatör, katil ve zalim var. Yahudileri Asurlulardan sonra en büyük sürgünle cezalandıran Romalılar, bugün kendilerini destekleyen ABD ve AB’nin zihin dünyasını inşa eden zalimlerdi. Orta Çağ’da dünya medeniyetinin zirve devletini ortadan kaldırarak Yahudi ve Müslümanları, Roma aklının ürettiği Hristiyan Haçlı anlayışıyla sürgün ve tehcire zorlayan; gitmek istemeyenleri köleleştiren, itiraz edenleri yargısız infazla katleden, güçlü ailelere mensup olanları da engizisyon kararlarıyla idam edenler de aynı anlayışın temsilcileriydi. Endülüs zalimleri, yok etme stratejilerine “rekonkista (yeniden fetih)” diyorlardı. Bugün insanlığa karşı tarihin en büyük ve ölçüsüz suçunu işleyen Netanyahu ve siyonistler de “vadedilmiş topraklar” için bebek, çocuk ve kadınları öldürdüklerini söylüyorlar. Emperyalistlerin getirip yerleştirdikleri topraklarda bir asra yakın zamandır terör, işgal, yerleşim iddialarıyla bölgede üç bin yıldır yerleşik olan halklara zulmediyorlar. İsrail ve dünya emperyalistleri “kendini savunma hakkı” iddiasıyla silahsız, savunmasız insanlara karşı suç işleyerek; çocuk öldürerek, devlet aklını terörize ederek, hastaneleri bombalayarak ve işgal ederek, kuvözlerde hayata tutunmaya çalışan bebekleri öldürerek “savunma hakkı”nı gerçekleştiriyorlar.

Dünya tarihinin önemli diktatörlerinden biri de Alman diktatör Hitler’di. Netanyahu ve kabinesindeki zalimlerin atalarını fırınlarda canlı canlı yakan Hitler’in zihinsel mirası, aynıyla İsrail kabine üyelerinde yaşıyor. Kendilerini seçilmiş ırk olarak belleyen zalimler, yine kendilerini başka insanların, ülkelerin ve coğrafyaların doğal sahipleri olarak görüyorlar. Batı medeniyet anlayışını yaşatmaya çalışanların dünyalarında “insan hakları”, “insanların yaşama hakkı” ve “insanların savunma hakkı” dendiğinde özne insanlar değil, sadece Avrupalı Hristiyan ve siyonist Yahudilerdir. Bir de zihnî olarak köleleştirdikleri/mankurtlaştırdıkları farklı din ve anlayışlara sahip din-darlar, sekülerler, liberaller ve pragmatistler.

Dünya, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra "şiddet" terimini hayatın bütün alanlarını korumak, mazlum ve mağdurun yanında durmak üzere gündemine aldı. Bu mefhum, zamanla anlamını kaybederek "Yahudilerin Avrupa'da maruz kaldığı şiddete" indirgendi. Herkes şiddet ve haksızlıktan söz ediyor ancak üzerine düşünmüyor. Şiddet nedir ve nerede durursa şiddet olmaktan çıkar? Şiddete maruz kalan çocuklarla doğrudan hedef gözetilerek öldürülen çocuklar arasındaki fark nedir? Şiddetle ölümün ayırt edilmediği yerde düşünülmesi gereken şiddet mi yoksa "yaşama hakkı" mı? "Yaşama hakkı" tanınmayan bir topluma karşı "savunma hakkı" neye dayandırılıyor? Tanklara hafif savunma silahlarıyla ateş edenlere karşı bir "savunma hakkından" söz edilebilir mi? Fosfor bombası bırakan uçağa sapanla taş atana karşı kimin "savunma hakkı"?

Auschwitz Kampı mağdurlarının savunma hakkından ziyade yaşama hakkından söz edilebilirdi. Auschwitz mazlumlarının zalim çocukları, Gazze'de dünya tarihinin en acımasız yok etme stratejisini ABD ve AB bombalarıyla aralıksız sürdürürken "savunma hakkı"ndan söz edilebilir mi?

Sınır tanımayan ve insanların zihinlerinde bile mahiyetine dair bir çerçeve çizemedikleri bu imha hareketini anlama imkânı var mı? Kitle imha silahlarıyla benzerine tanıklık edilememiş ölçüde katledilen insanlara karşı "savunma hakkı" söylevlerine, kendileri dâhil inanan var mı? Daha açık bir ifade ile "soykırım ve topluca imha edilenlere karşı savunma hakkı" nasıl bir şey?

Batı, mensubu olduğu nefret medeniyetini kötülük ve kölelik üzerine inşa etti. Sezai Karakoç, "Batı medeniyetinin en büyük trajedisinin sevilmemek" olduğunun altını çizer. Batı medeniyeti ve türevleri sömürü, işgal ve ilhakla elde ettiği güçle insanları korkutmakta; ancak asla sevilmemektedir. Onlar kötülük, nefret ve ihaneti artırdıkça din-darlar, Müslümanları mehdiliğin kurtarıcılık inancına çağırıyorlar. Siyonist zalimler de mehdi gelsin diye savaş ateşini büyütüyorlar. İnsanlığın vicdanını Auschwitz ölüm kampında yakanlar ve atalarının vicdanlı ruhlarını gaz odalarında kaybedenler; mazlum insanları, insanlık vicdanından mahrum birer varlık olarak soykırımına tabi tutmaya devam ediyorlar.