Bazen konuşmak, söylemek ya da anlatmak istemez insan. Sadece susar ya da susmak ister. Zira bazı hallerde söylenecek söz bulmak hem çok zordur hem de söylense dahi manası yoktur. Şimdi tam da öyle bir ahval ki kâri söz kıymetsiz, mana ehemmiyetsiz ve yazmak dahi gereksizdir. Maksadım zulme sessiz kalmak değil bu zulmün gönlü nasıl yaktığını anlatmaktır. Zira gayri çok defa duyduğumuz ve belki de söylediğimiz gibi ama bu kez gerçek manada bıçak kemiğe dayanmış ve hatta dayanacağı bir kemik bile kalmamıştır ve öyle olmalıdır. Zira gayri mızrak çuvala sığamamakta ve bunca vahşete hiçbir gönül dayanamamakta…

Ankara’da olan son olay da bize gösterdi ve öğretti ki Ebu Cehil’in torunları halen dahi aramızdalar ve zalimlikte dedelerini de fersah fersah geçmiş durumdalar. İnsan demek istemiyorum böylelerine ve zaten belki dememek de lazım. Zira insan olmak bir rütbedir, her kişi insan doğsa da insan olarak kalamıyor belli ki. Bir mertebe insanlık ve herkese nasip olmuyor. Bunca zulmü yapmak için insanın ya gerçek anlamda aklını yitirmiş olması ya da insan olmaması gerekir.  Ve bunca olayın karşısında ellerinde güç olan, dillerinde söz olan, fikri başka, dini başka, derdi başka, hayatı başka olsa da bu toprağın üzerinde yaşayan ve ihanet denen lanete bulaşmayan her kim varsa hepsinin ve hepimizin aynı safta olması gerekir. Zira zulme karşı durmak yetmez böyle bir halde, mazlumun da ya da zulümle savaşanın da yanında durmak, hem de sağlam, sapasağlam durmak gerekir.

Şimdi tam da böyle bir hal var karşımızda kâri ve biz tarihin hiçbir anında zalimlik etmedik, zulmedene yardım etmedik, mazlumu elsiz, ayaksız ve kimsesiz bırakmadık, zevk için, ihanet için ve şehvani bir haz için öldürmedik kimseyi. Şimdi de öyle olacak ve öyle olmalı. Onun için kuduz bir it gibi kıvranıyor insan olamamış ama sanki kazara insandan doğmuş gibi duran mahlûklar. Ve dertleri bizi sinemizden, gönlümüzden vurmak… Bunca namert aramıza ne ara girdi ve ne ara böyle pis ve habis ağlar ördüler her bir yanımıza? İşte bunu sormak lazım… Beraber olamazsak, bir olamazsak, birlik olamazsak, günlük siyasi kavgaları geçip de vatan, millet ve iman davasında buluşamazsak aramızdaki bu kadar haini ve böyle bir ihaneti temizleyemeyiz. Bunca zulüm ve bunca ihanet bir başka sebepten olamaz. Birbirine mıhlanmış hem de asırlardır mıhlanmış gönüllerimizdeki o uhuvvet çivilerini sökmeye bizi kalben de olsa paramparça etmeye çalışıyorlar. Maksatları inan ki sadece öldürmek değil. Bizi bize düşürmek, birbirimize düşürmek ve yıkmak her nerede ve ne şekilde, ne fikirde olursa olsun bir araya gelecek gönül kubbemizi. Anlamıyor musun kâri! Gönüllerimiz birleşmedikçe birleşmeyecek ellerimiz. Böyle kederli bir halde bile halen dahi milleti değil de kendimizi, kendi fikrimizi ve kendi siyasi, zihni derdimizi dert ediyorsak onlar galip gelmiş demektir.

Acı büyük biliyorum ve gönlü olan, vicdanı olan herkesin de içine artık onulmaz bir dert gibi düştü bunca vahşet. Ve bu vahşetin ve bu vahşilerin saldırdıkları ne sadece benim ne sadece sensin ne de o. Kasıtları bize, hepimize ve neredeyse birleşecek ellerimize ve gönüllerimize. Ve böyle bir zulmün karşısında, cenazeler ve acı hepimizinken kendi derdimizi bir kenara bırakıp yekvücut olmalıyız. Zira şairin de dediği gibi “Tolu vurdukça sineler onu top sindiremez”

Ölenlere rahmet, kalanlara uhuvvet ve zalimlere lanet…