Geçen haftaki yazımda şahit olduğum bir olayı anlatıp da bir soru sormuştum. Şöyleydi; problem nerede? Biz bunları neden yaşıyoruz ve neden kimse bir şey demiyor ya da diyemiyor? Hem bu çocuklar kimin çocuğu? Ya da en ağır soru; bu hâle nasıl geldiler?
Sorulara sebep olan olayı merak edenler, bir önceki yazıyı okurlarsa görecekler. Ama bu kez yine bu sorular üzerinden söyleyeceklerim var. Yazıyı okuyanlar, çokça mesaj gönderenler oldu. Herkesin kendine göre elbette bir cevabı var ve olmalı da zaten.
…
Ben gençlerin anlaşılmadığını düşünenlerdenim. Yani şöyle; herkes onlara bir şeyler anlatmaya çalışıyor, hepimiz yaptıklarının ya da yapmadıklarının üzerinden onlara dersler vermek istiyoruz. Sadece anlatıyoruz yani. Neredeyse kimsenin onları anlamaya gayreti yok. Yani “bıraksak da onlar anlatsa” diyeni neredeyse hiç görmedim. Oysa bir meseleyi çözmenin en kolay yolu, muhatabı dinleyip de sıkıntıyı anlamak değil mi? Öyle olmalı ama hiçbirimiz bunu yapmıyoruz. Sadece kendi anladıklarımız üzerinden saatlerce, günlerce ve hep ama hep anlatıp duruyoruz.
Fakat kardeşim, bizim anladıklarımızla onların anlattıkları aynı şeyler değil ki. Başka lisanları konuşan insanlar gibi ne susuyoruz ne de birbirimizi anlıyoruz, dolayısıyla da bir konuşmadan ziyade karmaşa oluyor.
…
Bence gençlerin en büyük problemi anlaşılamamak. Kesinlikle böyle. Yani tek taraflı bir problem değil bu. Anlayanla da anlatanla da ilgili bir sıkıntı. Bazı olanların ve yapılanların kabul edilemez olduğunu kabul ediyorum. (Bu cümlenin biraz garip olduğunun da farkındayım.) Ama “Biz mesele bu hâle gelene kadar ne yaptık ki?” diye soruyorum. Kabul edelim, neredeyse hiçbir şey. Yani “Ne oldu?” sorusunu revize ediyorum; “Biz ne yaptık da ya da ne yapmadık da böyle oldu?”
Çuvaldız meselinde olduğu gibi aslında bu durum ve bir şeyler düzelmek ya da düzeltilmek zorunda. Çünkü artık bu çıkış “köprüden önceki son” ve buradan dönemezsek her şey için çok geç olacak.
…
Ezcümle, benim kendi sorularıma verdiğim cevap; anlamaya çalışmak oluyor. Aslında anlamak için gayret etmek; devamlı anlatmaktan vazgeçmek ve dinlemek biraz. Hatta “biraz” da değil çok dinlemek, hep dinlemek ve anlamak. Zira biz dinlemeyince onlar başkalarına anlatıyor ve başkaları anlıyor sanıyorlar.
Sonra mı? Sonra zaten anlaşılmadıklarına inandıklarından bize anlatmaktan da vazgeçiyorlar. Yol bitiyor sonra, tüm çıkışlar geride kalıyor ve artık geç kalmış oluyoruz her şey için…