Hayat, o an aldığın tek bir nefesle sınırlı. Öncesinde aldığın nefes tükendi, geri dönüşü yok. Bir sonrakini de alıp alamayacağın belli değil. Hayat, nefesin kadar. An’dan ibaret. Ben de geçenlerde herkes gibi an’lar halkalarından oluşan ömür zincirime birkaç dakikalık tatlı bir hatıra sığdırdım. Yine ümitlendim ve anlatmak için heyecan duydum.
Çapa’daki Saraç Doğan Camii’ndeydim. İsmini sormadığım ama yıllardır tanıyormuşum gibi hissettiğim şadırvan işletmecisi (kibar olmak için böyle söylüyorum, yoksa siz anladınız) abi, an’ıma değer kattı. Akşam namazını kıldıktan sonra hacetimi gidermek için şadırvana yöneldim. Geçişte turnike vardı. Para peşin, kırmızı meşin. Neyse. Tam turnikeden geçmiştim ki ismini sormadığım abi seslendi, “Çantanda Kur’an-ı Kerim vesaire var mı? Ona göre emanet alayım. İçeriye o şekilde girmesen iyi olur.” “Kur’an yok ama içerisinde ayet olan bir kitap var” dedim. Emaneti aldı. Ellerimi kurularken sordu:
“Yolculuk nereye?”
“Anneme gidiyorum, ziyaret.”
“İyi iyi maşallah. Ne iş yapıyorsun?
“Gazetede çalışıyorum.”
“Habercisin yani… Güzel. Ya bugün haberlere bakamadım. Neler oldu?”
“O kadar çok şey oldu ki hangisini anlatayım? Hem zaten vaktim yok, kusura bakmayın.”
“Çok güzel taze çay demledim. İçer misin? Sıcak sıcak iyi gelir?”
“Abi hayrınıza engel olduğum için özür dilerim. İnanın gitmem gerek. Eşim de bekliyor.”
Tekrar bir ısrarın ardından onu da geri çevirerek ayrıldım. Arkamdan, dualar, niyazlar… Sanki kırk yıllık dost. Seviniyorum böyle olayları yaşadıkça. Aynı zamanda da şükrediyorum mensubiyetime. Günlük koşturmacanın bizden neleri götürdüğünü fark ettikçe de içerliyorum. Ne olurdu yani beş dakika ayırsaydım? Hem ismini sormadığım abi sevinirdi hem ben taze bir çay içerdim. Ama koşmak, yetişmek, acele etmek, telaş derken kaçırıyoruz hayatı elimizden.
Yolda bunları düşündüm. Abinin hayrını da engelledik diye pişman oldum. Neyse ki geçen o kıymetli bir iki dakika, bana Âşık Veysel’in meşhur “Erişmek için menzile, Gidiyorum gündüz gece” dizelerini hatırlatmaya ve bir kez daha düşünmeye yetti.
Veysel’in “yetişmek” yerine “erişmek” kelimesini tercih etmesinin sebebini kendimce yorumladım. Yetişmek’te bir koşturmaca vardır, bir telaş içerir. Erişmek ise öyle değil. Erişmek’te ermek vardır. Ermek olmak demektir. Olmak, olgunluk. Erenlerden olmak istersen erişmeye çalışırsın, yetişmeye değil. Koşmazsın. Sırat-ı müstakim üzere sabit durursun. Durup şöyle bir tefekkür etmeye vaktin olur. An’lar biriktirir, an’ı fark edersin. Kıymetini bilirsin. Ve menzile erenler, vaktin kıymetini bilenlerdir, koşarak kaçanlar değil.
Teşekkür ederim ismini bilmediğim abi ve evet, hayrınıza engel olduğum için özür dilerim. O gün varacağım yere yetiştim fakat hâlâ erişmiş değilim.