İnsan hikâyeleri her zaman kıymetlidir kâri. Yani gerçek olan, suni durmayan her şey bir yerinden yakalar insanı. Ya da belki de bana öyle geliyordur bu kadar yapma ve yapay bir dünyada gerçek ve hakiki olanın hoşuna gittiği çok az kişi vardır belki de. Ama öyle bile olsa “az çoktan kıymetlidir” fehvasınca benim gibi az olanlara anlatmak istediklerim var.
Garip bunca çoğun ve bunca fazlanın rağbet gördüğü bir dünyanı içinde az olanın ve az bulunanın kıymetini anlayan ne kadar az insan var.
Neyse, bu bir bahs-i diğer. Ben başka bir şey anlatacağım.
Bir köyden bahsedeyim bugün. İsmi “Hacı Mahmut” olan bir köyden. Ama bu köyün bir özelliği var. Aslında bir farklılığı var. Sivas’ta, Adana’da, Trabzon’da hatta Eski Zağara’da, Karabağ’da falan olsa şaşırmazsın elbette. Ama bu “Hacı Mahmut Köyü” Uganda’da desem… Garip değil mi?
Mesela bu köye ismini veren “Hacı Mahmut” kimdir? Bir halk kahramanı mı? Çok eskide yaşamış yaşlı bir adam mı? Ya da ne bileyim yolu oralara düşmüş bir garip derviş falan mı? Bence asıl merak edilecek ve asıl sorulacak şey bu değil; Uganda’da Hacı Mahmut’un ne işi var? Esas soru bu.
Geçtiğimiz günlerden birinde Sema Coşkun –daha çok bilinen adıyla Seyyah Sema- ile sohbet ederken bana bir şeyden bahsetti.
Uganda’ya su kuyuları açmak için gitmişler. O köye bu köy devam edip de pek çok köyde yardım yapıp da kuyular açarak ilerleyip en son köye geldikleri zaman yol üzerinde ekiplerinden biri “Son köye gittiğimizde açacağımız su kuyusuna ilk gördüğün çocuğun adını verelim abla?” demiş. “Stresliydik, biraz da aksilikler olmuştu” diyor Seyyah Sema. “Son köye geldiğimizde bütün o hengamenin içinde konuştuğumuz meseleyi unutmuştum” diye ekliyor.
Neyse, öyle böyle köye vardıklarında arabadan inince karşısında bir çocuk buluyor. Tek başına, küçücük, siyah tenli bir çocuk. Üzerinde giysi namına hiçbir şey yok. “Son köye gelinceye kadar elimizde olan ne varsa dağıtmışız, bu çocuğa ne vereceğiz diye bilemedim” diyor. “Çocuk gözlerimin içine öyle bakıyordu ki sanki ben onu değil de o beni bulmuştu” Hem de artık geleneksel sebeplerden mi yoksa kimsesizlikten mi bilmem çocuk dışlanmış, unutulmuş, mahrum kalmış yani.
“Yolda yapılan konuşma o zaman aklıma geldi” diyor. O çocuk bu çocuktu.
Hasılı köye kuyu açılıyor, yapılacak yardımlar yapılıyor ama kuyuya verilecek isim henüz belli değil. O an o küçük çocuğa ismini soruyorlar “Hacı Mahmut” diyor. Ne garip değil mi sen çık bunca yolu git, Uganda’da küçük bir çocuğu bul ya da o seni bulsun, adı da Hacı Mahmut olsun.
Kuyunun adı “Hacı Mahmut Kuyusu” oluyor yani. Ve hatta bundan sonra o köye kimsenin görmediği, görmek istemediği, üzerine bir ufak giysi dahi verilmeyen o küçük çocuğun adı veriliyor: “Hacı Mahmut Köyü”
“Dünyada tesadüf diye bir şey yoktur” demiştim değil mi daha önce?