Dünyanın herhangi bir ülkesinde günlük rutin hayatınızı sürdürüyorsunuz. İşinize gidiyor, evinize geliyor, zaman zaman dost ve akrabalarla buluşuyorsunuz. Bütün bu rutini bozan; içinde olmadığınız ve anlayamadığınız şeyler oluyor yurdunuzda. Bir gün hayatınıza devam ettiğiniz şehirde kargaşa çıkıyor. Olaylar büyüyor; yaşadığınız yeri, işinizi, evinizi, dostlarınızı terk etmek zorunda kalıyorsunuz. Ünvanlarınız, makamlarınız varken birden “göçmen” diye çağırılıyor ve anılıyorsunuz. Tıpkı ölünün kimliksizleşmesi gibi; gittiğiniz defin merasiminde “Cenaze nerede?” diye sormanız gibi… Demem o ki bütün biriktirilenler arkada kalır. İsminiz bile “cenaze” olarak çağrılır.
Gurbet acısının ne kadar zor olduğunu biliriz ama göç acısı bunun katbekat üstündedir. Gurbete giden, ömrü varsa döner. Ama göçmen için her şey meçhuldür. Allah göstermesin, yaşayan bilir.
İnsanlık tarihi aynı zamanda göçlerin tarihidir. Zaten dünyaya gelmekle gurbete geliriz. Ama doğduğumuz yer “vatanımızdır”; yabancıların yaşadığımız yere gelmesine gönlümüz razı olmaz. Bazen de abartırız; dünyanın en güzel yeri bizim memleketimiz, dünyanın en iyi milleti bizim ırkımız diye… Hele bu tür değerlere bir de kutsallık eklersek artık bize kim yan bakabilir ki!
Anadolu coğrafyası tarih boyunca göç güzergâhı olmuştur. Onlarca medeniyet burada yaşamış; yenileri gelince eskiler ya onlarla karışmış ya da başka diyarlara göç etmiştir. Büyük devletimiz Osmanlı’yı kaybedince sınır dışında kalanlar da Türkiye’ye gelebilmek için büyük çaba harcamışlardır. Devlet elden gidince kaybolanların kayıtlarını bile tutma imkânımız olmamıştır.
Bölgesinde sükûn ve istikrar adası olan Türkiye’ye ilgi son yıllarda artmaya başladı. Gönül coğrafyamızda sıkıntı yaşayanlar, bir zamanlar vatandaşı oldukları ülkeye gelerek hafızaları canlandırırken diğer taraftan biz de gelenlerin fazlalığı karşısında ne yapacağımızı şaşırdık. Bir tarafta ölüm, açlık, yoksulluk diğer tarafta bütün sıkıntılara rağmen umut ve hayat.
Daha dikkatli, planlı projelerle göçmen olarak gelenleri topluma katmalıyız. Can güvenliği sorunu ortadan kalkan bölgelerden gelenleri de yurtlarına göndermek gerekiyor. Şu anda ülkemizin uyguladığı politika da bu yöndedir. Bu yöntem ve tedbirler uygulanırken yıllardır merhamet elimizi uzattığımız insanları incitmemeliyiz. Yapılan işlemleri kamuoyuyla düzenli şekilde paylaşmak da oluşacak yanlış algıları önleyecektir.
Her yerde, her zaman olduğu gibi durumdan vazife çıkaranlar olacaktır. Milliyetçilik soslu, şuursuz, tehlikeli söylemlerle “Vatan elden gidiyor!” diye babalanan facia tellallarına da pabuç bırakılmamalıdır. Ülkenin elden gittiği falan yok. Bu konuda siyasilerin, verdikleri demeçlere ve sözlerine dikkat etmesi gerekiyor. Dikkatsizce ifade edilen söylemin dozajı kaçınca söz gelimi bu durum, ticari ilişki kurmayı düşünen iş insanlarının yapacakları yatırımdan vazgeçmelerine bile neden olacaktır. Dünyanın birçok ülkesinin peşinden koştuğu yatırımcıları kaçırmak, tabiri caizse ayağımıza sıkmaktan daha beterdir.
Maalesef bu yabancı düşmanlığına varan yaklaşımlar, ülkemizin en önemli gelir kaynağı olan turizmi de baltalamaktadır. Türkiye’nin dünya mazlumlarının yanı sıra Müslümanların meselelerine sahip çıkması, konumunu güçlendirmektedir. Ülkemizin Müslümanlar tarafından hem yatırım hem de turizm alanı olarak tercih edilmesinde insan hakları ve mazlumlar konusunda gösterdiğimiz duyarlılığın etkili olduğunu düşünüyorum. Göçmen meselesine daha geniş açıdan bakarak uzun vadeli çözümler üretmeliyiz. Çünkü bu konu sürekli Türkiye’nin gündeminde olacaktır.