Ünlü Rus düşünür ve yazar Aleksandr Soljenitsin, “Ölenler göreve çağırıyorlar, Milyonlarca ölü… her gün, her birisi göreve çağırıyor. Onlar ölü. Sen yaşıyorsun. Görevini yap.

Dünya olan biten her şeyi öğrenmeli, görevini yap.

Nefretin ve zulmün, cehenneme çevirdiği cinnet çukurunda telef olan yüz binlerin hiç değilse insan olduklarının kaydedilmesini sağla, görevini yap” demişti…

Saat bilmem gecenin kaçı olmuş ve ben unutmaya çalışıyorum denizi, kıyıyı, kırmızı tişörtü ve yüz üstü kapanışını bir çocuğun.

Öfke, nefret ve küfür görevini her an icra etmeye devam ederken, ne yazık ki iyilik ve merhamet kendi kısır döngüsünde şaşkın bir vaziyette mazeretlerin arkasına saklanmakta.

Bu aralar kimse bana muhacirlikten de bahsetmesin Ensarlıktan da!

Ensarlık, varil bombalarından kaçıp yüzölçümü 814 bin 578 kilometrekare olan bu ülkede “Bakın biz onların burada kalmasına kızmıyoruz; hatta arada bir eskimiş elbiselerimizi veriyor, gece geç saatte açlıktan uyuyamayan çocuklar olunca gidip onlar için bir şeyler de alıyoruz” değildir.

Ensarlık, varil bombalarından kaçıp bize sığınan mazlumlara bir zaman sonra sırtımızı dönüp “Onlar da artık başlarının çaresine baksınlar” demek de değildir.

Ensarlık, “Bizim burada daha önemli işlerimiz, daha büyük sorunlarımız var” mazeretinin arkasına sığınmak hiç mi hiç değildir.

Bu başlı başına bir vurdumduymazlık, bir yüz çevirmektir!

Allah, yerleri ve yurtları zalimler tarafından yakılıp yıkılmış mazlumları bize emanet etmiştir.

“Ümmetin âlimleri, Ramazan hilalini tartışmayı, cemaatler, devasa öğrenci evleri ve yatılı yurtlar dikmeyi, kapalı spor salonlarında ve televizyon ekranlarında hoca kılıklı vaizler sahabe hayatının edebiyatını yapmayı bırakıp, ümmetin darmadağın olan çocuklarına sahip çıkılsın” denildiğinde kızmıştık birçoğumuz.

Dedim ya kimse bu meseleye “âmâ” ile başlayan cümlelerle yaklaşmasın.

4 yıldır buraya sığınmak zorunda olan Suriyelilere kaçımız, “bu savaş bitene kadar” bizim için geceleri evde oturmak yok dedik?

Dahası, Müslümanlar olarak hepimiz çok iyi biliyoruz ki, tarihte kurulan büyük medeniyetlerin içinde hep muhacirler olmuştur.

Ümmeti, Ensar-Muhacirliğinin birlikteliği diriltmiştir.

Ülkelerinde yaşanan savaştan kaçan Suriyeli kardeşlerimize hakkıyla sahip çıkmadığımızı artık kabul etmeliyiz.

Üstelik bu topraklar bizim olduğu kadar Suriyelilerindir de…

Buna itiraz eden ve burun kıvıranlara “Yürü be oradan, politik zihniyetli aşağılıklar” deyip hızla geçiyorum.

Dedim ya dün öve öve bitiremediğimiz Ensarlığımız kıyıya vurdu işte…

“Siz geldiniz işlerimiz azaldı, siz geldiniz işyeri açtınız, siz geldiniz ucuz çalışmaya başladınız, siz geldiniz parklarımızı kirlettiniz” söyleminde bulunan hasta ve kirli zihniyetlileri saymıyorum bile.

Onların 50 TL yevmiye vererek yaptırdıkları işi Suriyelilere 15 TL vererek yaptırmaları ve 3 katına çıkardıkları, hayvanların bile kafasını sokamadığı o rutubetli bodrum evlerinden aldıkları kira ücretleri, yüzlerinin kıyısına vurdu.

Ancak unuttuğumuz bir başka şey var ki,bizim de üstüne bindiğimiz bu hayat, o lastik bot kadar çürüktür…

Dahası bu gidişatımız insanlığımızın kıyıya vuracağının işaretidir.

Yapmamız gereken Ensar olmanın edebiyatını bırakıp, gerekliliğini yerine getirmektir.

Bize sığınmak zorunda kalan ve zor şartlarda hayatlarını idare etmeye çalışanlara yardımcı olmaktır.

Ne diyordu Allah’ın Resulü Muhammed Aleyhisselam, “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu tehlikede yalnız bırakmaz. Kim, kardeşinin ihtiyacını görürse Allah da onun ihtiyacını görür. Kim bir Müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa Allah da o sebeple onu kıyamet gününün sıkıntısından kurtarır.”