İnsan için en kıymetli şey nedir? Konumuza böyle bir soruyla başlayacak olursak herhalde daha dikkat çekici olacaktır: İnsan için en kıymetli şey, insan hayatında en değerli şey nedir?

Para, mal, altın, en güzel vasıta ya da köşkler mi? Yahut da büyük makam ve mevkîler mi? Yoksa insanın erkek ya da kadın, güzel ya da çirkin, beyaz veya siyah olması mıdır? Daha da farklısı; insanlar arasında çokça övülmesi, adeta göklere çıkarılması mıdır?

Bütün bunlar ve benzerleri nefse hoş gelen şeylerdir ama düşünen insan bilir ki hepsi de fanîdir. Çünkü bunlar dünyadandır. Dünya ise geçicidir.

DÜNYA GEÇİCİDİR

Dünya fanî olmakla birlikte acaba yaşadığımız hayat bomboş mu? Yani ne yaparsak yapalım, her şey burada mı kalacak? Hiçbir sorumluluk taşımayacak mıyız?

Hayır, tam aksine! Bütün bunlar aslında bir gün elimizden gidecek ama onlarla olan her türlü irtibatımızın bir sorgusu olacak. İşte burası çok önemlidir.

Şayet bizler ölümle birlikte toprak olup gidecek olsaydık, hiçbir şeyin önemi yoktu. Ama öyle değil tabii. Bu dünya hayatına boşuna gelmedik. Başıboş bırakılmadık. Yüce Yaratıcımız bir maksada binâen yarattı bizleri. Bunun için de sorumluluk yükledi. Boşuna da yaratmadı. İşte bu gerçeği şöyle haber verir âyet-i kerîmesinde:

“Sizi boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (23 Mü’minûn 115)

O halde insan bu gerçeği kavramalıdır. Akıllı olan, düşünebilen, keşifler yapabilen insan, kendisini de keşfetmelidir. Bizzat kendisi başlı başına bir alem, bir kâinattır. Bedeninden ruhunu, ruhundan bedenini görmeli, gönül aleminde hakîkatleri bulmalıdır. Sırf maddeyle insan olunamayacağını anlamalı, manâsız bir yaşayışın insan olmasını inkâr edeceğini idrak etmelidir.

Manevî pisliklerden arınmış bir gönül ki, berrak sular misali çağlayarak akan bir pınar gibi, nice aşk ve muhabbet alemleri yaşayabilir. O anda ise Yaratanını, Rabbini hakkıyla anar. İmanın ve kulluğun özünü tadar. Maksadının Hakk’a kulluk olduğunu yakînen anlar. İşte o zaman Cenab-ı Hakk’ın şu âyeti Celîlesini yaşar:

“Ben cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (51 Zariyât 56)

İNSAN HAYATINDA EN KIYMETLİ ŞEY ÎMANDIR

İşte bütün bunlardan sonra anlayacağımız bir manâ var ki o da; bu gerçekleri anlamamıza temel teşkil eden îmandır. Evet, bu hakîkatlere îman etmeli ve bu îmanın gereğini de hayata geçirmelidir. İman olmadan hiçbir şeyin kıymeti olamaz.

İman sadece dünya hayatı için geçerli olan bir akçe değil, asıl ebedî hayat için kurtuluş akçesidir. O olmadan kişi ne olursa olsun, neye sahip olursa olsun hiçbir kazanç elde edemez.

Öyleyse insan hayatında en kıymetli şey îmandır.

Zira îman hem dünyanın ve hem de âhiretin sigortasıdır. İmansız bir hayatın ne kıymeti olabilir ki!

SONU NE OLACAK BÖYLE BİR YAŞAYIŞIN?

Diyelim ki; bir insan inkâr etti. Îmandan yüz çevirdi. Şu dünyada yedi, içti, gezdi, dilediği gibi bir hayat yaşadı. Şu yasakmış, bu doğru değilmiş, yalan söylemek uygun değilmiş gibi hiçbir tereddüde yer vermeden hayatını yaşadı. Pekâlâ sonuç! Sonu ne olacak böyle bir yaşayışın?

Pek tabii ki ölüm! Ondan kaçış var mı? Var mıdır ondan kurtularak ebediyen bu hayatta kalan? Bin yıl ya da daha fazla yaşayan eski insanlar bile göçüp gitmemişler mi bu dünyadan? Onca varlık, saltanat ve hükümranlıklarına rağmen... Ağızlarından çıkan her söz kanun olan insanlar bile!

Evet, sonuçta kara toprak altına gidiyor insan. Sekiz -  on metre bezle sadece. Maddî olan her şeyi kalıyor bu dünyada. Ama manevî olan her şeyi de gidiyor kendisiyle.

İşte bu noktada gösteriyor kendisini îman. Yüce Allah’ı tanıması, inanmasını istediği her şeyi kabullenmesi kurtaracak kendisini. Orada ona faydalı olacak, ancak odur. İşte bundan dolayı îman çok kıymetlidir ve onun kıymetini de bilmelidir. Îmanın bu kıymetini bize Asr sûresi o kadar güzel açıklıyor ki... Yüce Rabbimiz bu güzel sûre-i celîlede imanla birlikte, ona bağlı olarak yapılması gereken şeyleri de çok güzel belirtiyor. Hem de yemin ederek:

“Asra yemin ederim ki; insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak îman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” (103 Asr sûresi.)

Evet, işte kurtuluş reçetesi. Îmanı ve îmanla salih amel münâsebetini en güzel şekilde açıklıyor Yüce Mevlâ’mız.

Bu reçeteyi tatbik eden milletler kurtuluşa ermişler, uygulamayan fert ve cemiyetler de helâk olmuşlardır. İnsanın bütün hayatını içerisine alan Rabbimizin emrettiği bu dört düsturu ezberleyelim ve yaşayalım. Ashab-ı Kiram birbirlerinden ayrılırlarken bu sûreyi okurlardı. Bu halleriyle de kardeşlerine; bu Dört Düsturdan ayrılmamalarını hatırlatıyorlardı. Ne güzel bir âdet değil mi kardeşlerim? İşte bunun içindir ki onlar; “Ümmetin en hayırlıları” (Buharî, şehâdât 9) olarak takdim edilmişlerdir.

İŞİN BAŞI VE ÖZÜ ÎMANDIR

Görülüyor ki temel îmandır, işin başı ve özü îmandır. Yürekler îmanla dolmadıkça, sahipleri zalim ve eşkıyadır.

Îman şefkattir, merhamettir. Îman en kıymetli ameldir. Bunu pekiştiren şu hadiste ise, en hayırlı işin îman olduğunu görüyoruz:

Ebû Zer (r.a.) dedi ki; ben:

-Ey Allah’ın Rasûlü, hangi iş daha faziletlidir, dedim. Rasûl-i Ekrem:

-“Allah’a inanmak ve onun yolunda cihat etmektir,” buyurdu. (Müslim, iman 136. Ayrıca bkz. Buharî, iman 18.)

İnsanları îmana ve mü’minleri de cennete özendiren şu hadis-i şerif ise gerçekten çok önemlidir. Hadis-i şerife yeminle başlayan Peygamberimiz (s.a.v.), aynı zamanda sevgiyi ve kardeşliği pekiştirecek bir gerçeğe de işaret buyururlar:

“İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirini sevmedikçe de îman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi?

-Aranızda selâmı yaygınlaştırın!”(Müslim, iman 93.) 

Bütün hayır ve bereketler îman temeli üzerine kurulabilir. Kalbinde îman olmayanın yaptığı her şey, yok olmaya ve yıkılmaya mahkûmdur. Akif’imiz ne güzel söylemiş:

“Îmandır o cevher ki, İlâhî ne büyüktür,

İmansız olan paslı yürek sînede yüktür.”

Îmansız yüreklerin ne kadar büyük bir yük taşıdıklarını bizler de anlıyoruz. Taşlaşmış yürekleriyle insanlara nasıl zulmettiklerini biliyoruz.  İnsanlığın ve ümmetin çektikleri apaçık ortada. Suriye, Irak, Mısır, Filistin ve daha niceleri kan ağlıyor. Bir de Kudüs... Büyük emanet! İbadethanelere bile saygısı olmayan milletler zalimlerden başka ne olabilir ki?

Allah’ım! Bu ümmete yardım et! Birlik ve beraberlikle başarılar ihsan eyle!

ALLAH'A GİDEN FANİ

İnsan, Allah'a giden bir fanidir. 

O'ndan gelmiş ve O'na gidecektir. 

Başka bir yol asla yoktur. 

İşte insana düşen bunun bilincinde olmaktır. Bu, değişmeyen hakikattir. Bu hakikate inanarak hazırlık yapanlar kurtulur; diğerleri ise mahvolur. 

Rabbimiz bizleri bu manaya hazırlananlardan eylesin.

Her birimize ayrılan bir zaman mefhumu vardır ki buna ömür denir. Bu, çok önemli bir sermayedir. 

İnsan, ömür sermayesini iyi değerlendirmeli ve her an bitebileceğini göz önüne almalıdır. 

Süreci değerlendirdiği zaman kazançlı olacaktır insan. 

Yani hayatı. 

Hayat bir yokuştur aslında. Tırmanırsın ama zirveye varınca duramazsın. Hızla iner ve tamamlarsın.

Mesele bunun önemini kavramak demiştik. Gerçekten de öyle. Çünkü yeniden tırmanış yoktur.

Kul olduğumuzun farkına varmak ve buna uygun şekilde yaşamak gerekir. Namaz, oruç, zekât, hac, Allah yolunda gayret, güzel ahlâk vd.

Bütün bunlar bizi sonsuz bir hayatın yani gerçek hayatın güzelliklerine götürecektir. İşte bunu ayırt etmek en mühim mesele. 

Burayı peşin düşünüp orayı gecikmeli görürsek kaybederiz. 

“HER CANLI ÖLÜMÜ TADACAKTIR”

Rabbimiz bunun için şöyle buyurur:

“Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (ahireti) ihmal ediyorlar.” (İnsan Sûresi, âyet 27)

Bu dünya hayatı bizim için kurulan bir imtihan âlemidir:

“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk Sûresi, âyet 2)

“Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!” (Ankebût  Sûresi âyet 64)

Şüphesiz her nefis ölümü tadacaktır:

“Her canlı ölümü tadacaktır.” (Âl-i İmrân Sûresi, âyet 185)

Bugün çağrılsak hazır mıyız acep?

Ne deriz ki bu süâle? 

Onu anmak ve hazırlık yapmak gerek aslında;

 “Lezzetleri yok eden ölümü çokça anınız.” (Tirmizi, zühd, 4)

‘Hakikat yolcusu’ olanlar, bu manayı kavrar.

DÜŞÜNME ZAMANI

Şimdi düşünme zamanı sevgili gençler ve çocuklar!

Her mekânda Allah'ın varlık ve birliğini düşünmeliyiz.

Kendimize ve göklere bakmalıyız. Biz iç ve dış organlarımızı yapabilir miyiz?

İdare edebilir miyiz?

Bunları hiç düşündünüz mü?

Ya ay ve güneşi yapabilir miyiz? Her gün saatinde doğdurup batırabilir miyiz?

'Buna nasıl gücümüz yeter' diyeceksiniz.

Evet öyle!

Her şeyi yerli yerince yaratmış Allah değil mi?

Her şeye gücü yeten O'dur değil mi?

Ya bize verseydi idaresini yapabilir miydik?

Asla yapamazdık değil mi?

O halde Allah'ın yüceliğini düşünelim.

Her yerde O'nu hatırlayıp asla isyan etmeyelim.

Emrettiklerini yapıp yasaklarından kaçınalım.

Zaten O'na varacağız bir gün.

Bundan asla kaçış yok!

Öyleyse;

Bu gerçeğe göre yaşayalım.

Her ânımızın kayıt altına alındığını unutmayalım.