Bir kazanç ve huzur mevsimi olan Ramazan ayını, kendisinde Kur’an’ın indirildiği “bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi” ile uğurladık. Gerçekten Ramazan ümmet için manevî ve maddî anlamda eşsiz bir aydır. Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden azat olan bu ayın bitiminde ise, cennet bayramı vardır. Tabii ki bu bayram ancak Ramazan ayını ihya eden müminler için geçerlidir. İşte Ramazan Bayramının anlamı da budur. Ne yazık ki diğerleri için kendilerinin söylediği gibi sadece şeker bayramıdır. Biz asla bu ismi demeyiz. O zaman anlamından uzaklaşmış ve sadece zevke dönüşmüş bir hal arz eder. Zaten bu gözle bakanların pek çoğu onu ruhuna uygun olarak idrak etmezler. Gezilere, sahillere giderek bu güzel günleri mahvederler.

O halde fakirlerin, yetimlerin, gariplerin ve nice muhtaçların da güldüğü bu mübarek ayın kazananları; onu sahurla karşılayan, şuurla oruç tutan, manevî zevkle iftar eden, zekât ve fıtrını veren, teravihleri kılan, Kur'an okuyup amel eden, hele son on gecesinde itikâfa girip Kadir gecesini arayan müminlerdir.

SEVİNÇ GÜNLERİ

Bayramlar sevinç günleridir. Çocukluklarımıza yeni bir ayakkabı ya da pantolon alınacağını ümit ettiğimiz, yastığımızın altına sakladığımız unutulmayan günlerimizdir.

Bayramların sevinç günleri olduğu gerçeğinden hareketle yola çıkarsak meseleyi düşünmemiz daha kolay olacaktır. Gerçekten de sevinç duyduğumuz, huzura kavuştuğumuz, hatta milletçe kucaklaştığımız bugünler bizim için çok büyük önem arz eder.

Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in Mekke’den Medine’ye hicret ettikleri zaman orada gördükleri neşe ve sürur günlerini, “bunlar nedir?” diye sorduktan sonra, “bugünler bizim sevinç ve neşe günlerimiz ya Rasûlallah!” demeleri üzerine Efendimiz’in (s.a.v.) “Allahutaala size bunlardan daha hayırlı iki bayram günü vermiştir. Birisi Ramazan, diğeri de Kurban” diyerek müjdeledikleri bugünler, biz inananları büyük bir mutluluğa kavuşturuyor. Allah’a hamd ediyoruz ki böylesine eşsiz güzellik ve özellik arz eden bugünler, aynı zamanda dayanışmamıza da katkılar sağlıyor.

Mesela Ramazan günlerine bakacak olursak onun manevi havası, gönül ve beden âlemlerimize getirdiği huzur, sükûn ve haz ile birlikte, toplum hayatımıza da aynı kazançları getirmektedir. Dolayısıyla fert ve toplum olarak büyük bir kârın içerisine girmiş oluyoruz. Bunlar dünya hayatının getirileridir, ama bununla kalmayıp daha nice kazançlarla birlikte, aynı zamanda ahiret kazancını da getiriyor hepimize. Sonra bayram yapıyoruz. Adeta cenneti kazanmanın bayramını. Zira Allah’ın Resulü (s.a.v.) Efendimiz’den öyle güzel mesajlar alıyoruz ki onlar bizlerin tertemiz bir hale gelebileceğini ve cenneti hak edeceğimizi haber veriyor. O bir ayın kazancı içerisinde bir de “bin aydan daha hayırlı” olduğunu bildiğimiz Kadir Gecesi’ni de ihya edince nur üzerine nur oluyor elhamdülillah.

BAYRAMLARIN TOPLUMA KATKILARI

Bu güzel günlerden iki ay sonra da Kurban günlerine, aynı zamanda hac günlerine kavuşuyoruz. Hacılarımız Hicaz’da temizlenip Rahman’ın rahmet ve mağfiret deryasına gark olurken bizler de kestiğimiz kurbanlarla bu manevi iklime dâhil oluyoruz. “İlk kanı yere düşerken” bağışlanacağımız Kurban ibadeti; Allah için kesmenin, Allah için vermenin ve Allah için ikram etmenin lezzetini yaşatıyor bizlere. Onların “Mahşer gününde azalarıyla birlikte gelerek bizlere şefaatçi olacağını haber veren” Efendimiz’in hadisleri, bizleri daha da sevindiriyor. Evlerimizde, yurtlarımızda, köy, kasaba ve şehirlerimizde huzur rüzgârları esiyor. Uzaklardan gelenler anne, baba ve yakınlarını görüyor; anne, babalar evlatları ve torunlarına kavuşmanın sevincini gözyaşlarıyla kutluyor ve Allah’a hamd ediyor. Her bir gülümseme, musafaha yapma ve bayramlaşmayla günahlar dökülüyor. Kesilen kurbanların bereketine fakirler de ortak oluyor. Çoluk-çocuk çok farklı bayramlar yaşıyor. Bu hizmette yarış yapan kuruluşlarımız ise, bu manevi kazancın en büyük dilimini elde ediyor.
Dargınların barıştığı, soğuklukların sıcaklığa dönüştüğü, lokmaların paylaşıldığı bu manevi atmosfer gerçekten ne güzeldir. Bunu ancak iman lezzetini tadanlar bilir. Bunun dışında olanlar anlamaz. Bunun için ileri geri konuşurlar. Eh, ne demeli! Allah hidayet versin. Acımak lazım onlara.

Saydığımız ve sayamadığımız nice katkıları olan bayramlarımız, bize asıl cennet hayatının bayramlarını hatırlatmalı. Ama oranın bayramı her gün, her an. Ya cehennem! Oranın da acısı ve hüznü her an. Rabb’imiz bizleri korusun! Yatırımını şuursuzca yapan ve nereye gideceğini düşünmeyen ehl-i gafleti de uyandırsın.

ASIL SEVİNÇ

Asıl sevinç nedir? Tabii ki Allah’a iyi bir kul olmak ve onun cennetine kavuşmaktır. Yani sağlam bir iman ve İslâm’ı yaşamak gerekir.

Şimdi insanlarımız inandık diyorlar, ama hiç de inanmış gibi yaşamıyorlar. Hepimiz buna dâhiliz. Allah şuur ve idrak versin. Zaten ayet-i kerime de bu hakikati hatırlatmıyor mu?

 “Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaplara da iman (da sebat) ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyla sapıtmıştır.” (Nisa Suresi 136.)

Yani; iman hayatınızı gözden geçirin. Sağlam bir itikat ve ameliniz olsun. Gerçekten, yürekten ve samimiyetle inanmış olun.

Ayet ne kadar dikkat ve hayret çekici. Hem iman edenlere sesleniyor, hem de tekrar “iman edin” emrini veriyor. İşte bu manayı kavrarsak imanımız daha güçlenecek ve ona sevgimiz daha da artacak. Bunun hazzını kalbimizde bulacak ve aşk dercesine çıkacaktır:

Ne zaman bir güzellik görsem Sen gelirsin aklıma,

Âşık oldum Rabb’im ben yüce zatına,

Senden gayrı arzum yoktur şu âlemde,

Senden ayrı olduğum için, gönlüm elemde.

ALLAH İÇİN SEVGİ

Allah’a doyumsuz bir muhabbet yaşayan peygamberler, sıddıklar, salihleri düşünün. İşte onlar arif denilen kişilerdir. Yani Allah'ı bilenler. Şüphesiz ki Allahutaala hakkıyla bilinemez. Bunu Efendimiz de (s.a.v) dile getirmişlerdir. Ama en azından, sevilmesi gereken tek varlığı, tek zatı biliyorlar ve onun aşkı ile yanıyorlar. Onun için ağlayıp gözyaşı döküyorlar. Onun için müminleri seviyor, ziyaret ediyor ve sohbet/muhabbet ediyorlar. Cenab-ı Hak da mahşer gününde; “Benim için sevişenler nerede, buyuracak.”

“Benim rızam için birbirlerini sevenler nerede? Gölgemden başka gölgenin bulunmadığı bugün onları, kendi arşımın gölgesinde gölgelendireceğim.” (Müslim, Birr 37. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 53.)

Bir gün Rasûlullah (s.a.v.): “Dikkat edin! Size en hayırlınızı bildireyim mi?” diye sordu. Ashâb-ı Kirâm: “Evet, ey Allah’ın Rasûlü!” dedi.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Sizin en hayırlılarınız, kendileri görüldükleri zaman Allah’ı hatırlatan kimselerdir,” buyurdu. (Ahmed, el-Müsned, VI, 409; İbn Mâce, es-Sünen, zühd, 4; el-Beyhakî, Şuab, XIII, 445/10596.)

Çünkü onlar ayette geçtiği gibi Allah ve Rasûl’ünü dost edinmişlerdir:

“Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Rasûl’üdür ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren müminlerdir.” (5 Maide 55.)

Buradan müminlerin mutlaka namaz kılması ve dinen zenginse zekât vermesi gereğini de anlıyoruz ki bu çok önemlidir.

Şimdi bir soru geliyor dilimize:

-Sahi bizim dostumuz kim?

Evet, bu soru kulaklarımızda daima yankılanmalıdır. Acaba Allah ve Rasûl’ünü sevmeyen hatta onlara düşman olanlarla dostluğumuz var mı? Allah korusun. O zaman onların akıbetine biz de uğrarız. Rabb’imiz yüce zatını, Habibini ve onları sevenleri sevdirsin.

İnşaallah bu gerçekleri kavramak hepimize nasip olur. Bu duygu ve düşüncelerle bayramınızı tebrik eder, Cenab-ı Hak’tan daha nice bayramlara İslâm’ın galebesiyle ulaştırmasını niyaz ederim.