Müslümanlar 19. yüzyıldan itibaren maruz kaldıkları fikrî dalgalanmalar neticesinde inanç ve yaşama biçimlerinde zihnî kırılmalar yaşadılar. Lafız olarak bildikleri ve kullandıkları birçok terimi zaman içerisinde eğip bükerek işlerine geldiği gibi kullanmayı tercih ettiler. Kimi zaman gündelik hayat ve teferruata dair terimin, kavram ve kuralın ilk çıktığı dönem karşılıklarına sadık kalarak yaşamayı tercih eden “dindarlar”, değişmez kavramları dönüştürürken dönüştürmeleri gereken terimlere dokunmamayı tercih ettiler. Güncellemeleri gereken meselelerde de maksadını aşan tepkilerle meseleyi gündeme getiren Müslümanları “modernist, sapmış, oryantalist” olarak yaftalayarak düşünme ve idrak etme imkanlarını ortadan kaldırdılar.
“Kadınların erkek kardeşi, eşi veya babası olmaksızın yüz kilometrelik alanın dışına çıkamayacağı; asansörü kullanamayacağı” gibi tartışmaların yapıldığı birkaç yıl öncesinde başta Cumhurbaşkanı olmak üzere meseleyi konuşmaya başlayan Müslümanlara yapılan saldırılara teslim olunup geri adım atılmasaydı; bugün “bir çocukla yapılan nikâh” tartışılmayacak; bu “insan fıtratı ile uyuşmayan sapkın fiile” taraf olanlar giydikleri kıyafet/paçavra üzerinden Müslümanlarla aynı safta tanımlanarak “din” tartışma konusu yapılmayacaktı. Allah’ın insanlığa din olarak vahyettiği İslam’ı, “dindarlıklarının kisvesi ile iğfal edenler ve örtenler” tutuklanmıyorsa; yargılayan veya yargılamaktan korkan hâkimde “akıl tutulması” vardır.
Müslümanlar bildiğini ve inandığını sandığı düsturlar üzerine yeniden düşünmek zorundadır. Öğretilmiş ve çözümlenmiş gibi görünen meseleler üzerine yeniden düşünmekten kaçmak, meselelerimizi çözmede bizi daha düzeyli bir noktaya taşımıyor; burada dinin akidevî meselelerinden söz etmiyorum. Yaygın olarak yürürlükte olan “dini nikâh” terimi alabildiğine içi boşaltılmış, anlamından uzaklaştırılmış bir kavrama dönüştü. Ayrıca nikâh, dini bir terim olmaktan çok; hukukî bir kavramdır ve tarih boyunca bu çerçevede yürürlükte kalmıştır. Tarafların sorumluluk, yükümlülük ve insanî temel haklarını teminat altına alır. Nesil masuniyetinin de teminatıdır. Bugün bir imam ve iki arkadaşın tanıklığı ile yapılarak nikâh denilen eylemin bu tarifle ilgisi yoktur. Kavramın anlamından uzaklaştırılmasıyla yapılan şey bireysel hissiyatı fert boyutunda normalleştirmektir ve sapmadır. Bu sapma, zamanla “çocuğa nikâh ve istismarı” sapkınlar arasında meşrulaştıran bir araca/kavrama dönüştürüldü. Bu bağlamda “Hac ve Umre” turizmine de dikkat çekmek isterim. Bu kavramlar son çeyrek yüzyılda “kötülük ve ahlâksızlıktan” arınmanın -bir bakıma “Hıristiyanlıkta Günah Çıkarma” ile eşleştirilerek- aracı haline getirildi. Hatta bazı grup ve cemaat önderlerinin promosyon olarak kullanıldığı turlar daha “lüks, pahalı, makbul ve muteber” olarak kabul görmeye başladı.
Bu birkaç örnek üzerine düşündüğümüzde bile günümüz Müslümanlarının temel imanî, ahlâkî ve ameli konularda geçirdikleri büyük kırılma, sarsıntı ve çarpıklık konusunda bizi aydınlatır. Din konusunda haddi aşanların “dindarlığı” meşrulaştırmak için kullandıkları argümanlar ve kullandıkları giysiler ile bıraktıkları sakal gerçekleri örtmeye yetmiyor. Dindarlar, İslâm’ın düsturlarını ve koyduğu düzenin biricikliğini kavramak; yaptıkları ibadetin insanlık ve insanîlik ahlâkını ne ölçüde düzelttiğini ve düzenlediğini kavrama konusunda çaba harcamalılar. Kaynağı ister din ister vahye muhatap nebi isterse bilgin ve filozoflar olsun bütün ahlâkî sistemlerin amacı, insanın kendisiyle ve toplumun tüm mensuplarıyla barışık olmasını ve birlikte yaşamalarını sağlamaktır. İslam dininin temel kitabı Kuran, insanlığı üç temel mesele üzerinden beşerle (akli sorumluluk sahibi olmayan) ayrıştırır: Akâid (İnanç), Ahkâm (İbadet - Muamelat) ve Ahlâk! İnanıp iman edenler, imanın gereği olarak fazlasıyla ibadet ediyorlar; hatta Allah’ın kendilerini yükümlü kıldıklarına eklemeler yaparak. Ancak, birlikte yaşamanın saygınlığını ve medenî oluşun gereği olan ahlâkî olmayı ıskalamaktan, işlerine geldiği gibi yaşamaktan, başkasının hakkını ihlal etmekten utanmıyorlar ve utanmanın ne büyük bir nimet olduğunun idrakinde değiller. Yaptıkları ibadetler onları kötülükten alıkoymuyorsa bu dindarlık ne işe yarar ve bu din-darlığın dayanağı nedir?
Müslümanlar arasında 'dindarlık' artarken; insanlık, merhamet ve vicdan azalıyorsa; 'dindarlık' artarken ahlâk ortadan kalkıyor, kötülük ve istismar artıyorsa; 'dindarlık' artarken, dürüstlük ve ötekinin hakkına saygı anlamını kaybediyorsa; 'dindarlık' artarken, adalet ve başkasının hukukuna saygı azalıyorsa; 'dindarlık' artarken, ilim-tefekkür- üretim- irade ortadan kalkıyorsa; 'dindarlık' artarken, hırsızlık-yolsuzluk-kadın haklarını ihlal artıyorsa o din-darlığın Allah’ın kitabında tarif edilen ve yaşanması gereken 'din' olması mümkün değildir.
Müslümanlar din olarak İslâm’ı ve temel kaynaklarını benimseyip gereğini yapmak yerine diğer Müslümanların din yorumlarını din yerine ikame ettiler ve bu tali bilgiler onları daha anlaşılmaz bir mecraya sürükledi. Muhammed İkbal’in ifadesiyle ‘‘Müslümanlardan kaç, İslam’a sığın” ve çağdaşı Mehmet Akif’in diliyle “Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile!”