Ne çok şikâyet ediyoruz değil mi kâri? Ne kadar çok veryansın ediyor ve ne kadar fazla bizim olmayanlar için dertleniyor ve beğenmiyoruz yaşadığımız dünyayı. Olanları hoş görmüyor, olmayanda hikmet bulmuyor, verilmeyince sabredip de verilene şükretmiyoruz. Gittikçe tuhaflaşıyoruz bence, değişiyoruz, başka oluyor, başka bakıyor, başkası gibi yaşıyoruz. Görünenin ardındaki sırrı aramayı kaybedeli çok oldu da gördüğümüzdeki sırrı da kavrayamaz olduk. Anlayamaz olduk ve bence kendi kusurlarımızı görmediğimizden ya da görsek de söyleyemediğimizden bu kadar fazla şikâyet eder olduk.
Her zamâne, zamanından şikâyetçidir ben de biliyorum, kendimden biliyorum; lakin şikâyet etmenin bir çare olmadığı, olamayacağını da bilmem için öyle çok çabalamama gerek yok. Zira ben şuna inanıyorum ki dert ettiğimiz, dertlendiğimiz ve sonra dönüp de keşkelerle dillendirdiğimiz her ne varsa neredeyse hepsinin müsebbibi de biziz. Biz getirdik dünyayı bu hale. Bu beğenmediğimiz, yaşanmaz dediğimiz, kabullenemediğimiz ahvali biz musallat ettik başımıza. Onun için şikâyet edeceklerimiz olacaktır, olmasın desek de. Ama en azından kendimizde de arasak ya.
…
Bence bize engel olacak da bizi durduracak da bir başkası değil, yine ve yine biziz. Nasıl ki bundan asırlarca evvel hiç durmadan ve korkmadan, çekinmeden, yılmadan ecdadın birkaç yiğitle birkaç kadın ve birkaç inanmışla beraber çıktığı o kutlu yürüyüşü de durduranlar aslında düşman diye bildiklerimiz, çok uzaklarda gördüklerimiz değildi. Yine bizden olanlar, bizim içimizden olanlardı. Bizdik yani.
Korkum aslında yine öyle olması… Zira biz sloganları sever, hamasi cümlelerle konuşuruz. Yapmaktan çok anlatmayı severiz. Ve karşımızda kendimizden daha da büyük nefsimiz durur her vakit düşman olarak. Gösterişten uzak ve sadece inandığımız dava için bir şeyler yapmak istesek dahi yaptırmaz bize. Ve biz her vakit bize yeniliriz, kendimize yeniliriz. Yani ki o düşman en güçsüz olduğumuz anda saldırır bize hep ve o an, güçsüz, takatsiz olduğumuz an aslında en güçlü olduğumuz zamandır. Yani şimdidir belki de. Tam da şimdi...
İnsan bazen kazansa da kaybeder kâri ve kaybetse de kazanır. Onca zulmün ve onca ölümün karşısında Aliya’nın “Biz ölüyoruz belki ama onlar da kazanamıyorlar” dediği geliyor hatırıma. Ölmek bile kaybetmek değilse, yaşıyor olmak da kazanmak demek değildir. Ve bu bir savaş da değildir aslında, bir yürüyüş, kutlu bir yürüyüş… Ve ben tam da şimdi bu yürüyüşte ayaklarımıza çelme takanların yanımızda yürüyenler olmasından korkuyorum…