“Gecikmiş adalet adalet değildir” der bir düşünür. Tam zamanında “Haklısın, özür dilerim” diyebilmek, “Evet benim annem yanlış yaptı, sen haklıydın” diyebilmek, “Bu isteklerinde çok haklısın ama bu ay ekonomik yönden rahat değiliz, daha sonraki ay alsak olur mu?” diyebilmek. Evet bu cümleler,insanın kendisini anlaşılmış hissettirecek çok önemli cümlelerdir. “Beni dinledi ve anladı” dedirtirler. Var kabul edilmenin, ciddiye alınmanın ve insan yerine konmanın bir ifadesi olarak, insanın yaşadığı sıkıntılara rağmen içini rahatlatan yaklaşımlardır.

Annesinin haksızlık yaptığını bal gibi bilen bir beyefendi, “Ne kadar fesatsın, annem kötü bir niyetle söylememiştir”, “Sen de söyletme o zaman”, “Sen yanlış anlamışsındır”, diyerek yanlış tavrı korumuş olur. Hem acı sözlerle dengesi bozulan, hem yanlış anlamakla itham edilen hem de anlaşılamadığı hissettirilen hanımefendi, içine ata ata dert sahibi olur. Doktora gitmeye başlayınca da adı hastalıklıya çıkar. “Biz ne yaptık ta bu hale getirdik?” demek yerine, eziyetin rengini biraz daha koyulaştırırlar. Oysa doğru kurulmuş bir cümle, yürekleri hasta eden yükü bir anda kaldırabilirdi. “Hayatım, annem ne yazık ki hep ağır konuşur. ’Anneciğim şu ifadelerini biraz yumuşatsan, değdiği yeri acıtıyor’ desem de, hep bildiğini yaptı ve beni suçladı. Ben de kalbini kırmaktan korktuğum için daha fazla üzerine gidemiyorum. Lütfen canını sıkma, sen o kadar iyisin ki, Allah (c.c) senden razı olsun. Şöyle düşünelim, Allah’a (c.c) şükür şu anda her şeyimiz var ve çokmutluyuz. Var sayalım ki Allah (c.c) annemizle sabrımızı ve anlayışımızı deniyor. Biz yine bildiğimizi yapalım ama annemi kırmadan yapalım olur mu canım?” dese, o ailede kayınvalide sorunu kalmayacağını düşünüyorum.  

Sürekli olarak “Hatalı olan sensin” mesajı veren ve eziyetleri devam ettiren anlayışlar, insanı insanlığından çıkaracak derecede tahrip eder. İçimizdeki sevgi, saygı, iyi niyet, hoşgörü gibi değerleri işlemez hale getirirler. İnsanı zorla boşanmayı düşünecek hale getirip, içinde ne varsa kırıp dökerler ve artık sürüklenerek te olsa bu evliliği yürütemeyeceğine karar verdirirler.

Eş artık boşanmayı, hayatını boşandıktan sonra nasıl idame ettireceğini düşünmeye başlar ve gözyaşları içinde yüreğine bunu kabul ettirmeye çalışır. Ve eşine defalarca, “Ne olur bir danışmana gidelim”, “Şunları bana yapmaktan vaz geç artık dayanamıyorum” diye yalvardığında, sosyal medya kontaklarına ara bile vermeden umursamaz tavrına devam eden eş, artık tüketmiştir. Sevgiyi un ufak eden ve kendisine sanal alemde ayrı bir dünya inşa edip, çocukmuş, eşmiş, evin diğer ihtiyaçlarıymış umursamayan beyefendi, eşinin “Ben artık dayanamıyorum, ayrılmak istiyorum” cümlesi ile kendine gelir. O zaman, çiçek almaya, dinlemeye başlar. Eşi çiçeği ağlayarak alıp çöpe atarak “Artık bitti” dediğinde, yine suçlanır. Oysa, Üsküdar’da çoktan sabah olmuş, beyefendi daha yeni uyanmıştır, duyguları, sabrı tükettikten, hayattan kopardıktan ve eşinin içini hastalıklar bağladıktan sonra. Şimdi susuzluktan kurumuş çiçeğe su döküyor ve canlanmasını bekliyor. Oysa çiçeğe ölmeden önce su vermeliydi.