"Eşimin ve çocuklarımın sürekli beni eleştirmelerinden yoruldum, bunaldım. Her şeyi kendi istedikleri gibi yapmamı istiyorlar. Beni olduğum gibi kabul etmiyorlar. Ben herkese göre şekil alamam ki. Ben anneyim, benim de bir şeyler bildiğimi kabul etmeleri gerekmez mi? Eşim benden yana olmadığında, çocuklarım da olmuyor. Ben kendimi dışlanmış gibi hissediyorum. Mutsuzum, enerjisizim. Eşime ve çocuklarıma lütfen bir şeyler söyleyin, biraz beni anlasınlar.”
- Bu duygularınızı ve düşüncelerinizi eşinizle paylaştınız mı?
- Evet, ‘sen bizi anla’ diyor.
- Siz ne istiyorsunuz, onlar neye karşı çıkıyor?
- “Ortam bozuk, oğullarımızı bu kadar çok dışarıya çıkarma”, “Kızım il dışında okumasın”, “Sen eve daha fazla zaman ayır, çocukları biraz korkut, beni anla” diyorum.
Benim inanmam bir şeyi doğru yapmaz
Bu şikâyetlerle bana gelen hanımefendiyi dinledikten sonra anladığım şuydu; kendi bildiğini tek doğru kabul edip onun dışında hiç bir fikri kabul etmiyordu. Şikâyet ettiği şey aslında kendisinde bulunan durumdu. Eşi ve çocukları ile de görüştüm. Hanımefendi söylediklerine o kadar inanıyordu ki, bundan dolayı da kahrediyor ve sitem ediyordu. Oysa beklediği şey, tam da yapması gereken şey idi. Fakat bunu böyle görmediği için, sadece şikâyet ediyor ve yanlış kararlarının uygulanmasını bekliyordu. Olmadığında da çocukluğunda yaşadığı yok sayılma hissi, burada da içine işliyordu çünkü böyle hissediyordu.
Ailesinin izini taşımayan yok
Hanımefendinin kendisi ile arası nasıl, ailesinde nasıl bir iletişim tarzıyla büyütülmüş ve bu kendisini nasıl hissettirmiş bunlara baktığımda, anladım ki, ailede hiç söz hakkı olmamış ve hep onun adına başkaları karar vermiş. En basit talebi bile reddedilmiş. Bu mağduriyeti hep içine atmış, biriktirmiş. Şimdi de onaylanmadığını düşündüğü için, “Eşim ve çocuklarım da beni anlamıyor, beni olduğum gibi kabul etmiyorlar, beni sevmiyor ve değer vermiyorlar” inancına saplanıp kalmış. Ailesinde yaşadığı acı, burada da katlanarak yüreğine yer etmiş.
Hayat hiçbir zamana alış, veriş değil fakat veriş ve alıştır
İnsanın ailede kendisine değer verilerek özenli bir iletişim tarzı ile büyütülmesi, çocuğun aklının büyümesine, perspektifinin genişlemesine ve daha seçenekli düşünmesine yol açar. Elbette ki bu okuma, öğrenme ve düşünme faaliyetlerinin de gelişmesiyle mümkün olur. İnsan değer gördüğü yerde varlığının anlamlı olduğunu hisseder. Bu, gelişmenin en olmazsa olmaz gıdasıdır. İnsan ailesinden aldıklarıyla kendi içinde ve toplumda ayakta duracak gücü devşirir. İçindeki potansiyel, çocuk kendi içinde barışık olduğunda ve özü güldüğünde açığa çıkar. Anlamaktan uzak, yok sayan ve değersizleştirici söz ve yaklaşımlar, içindeki duyguları örseler ve zarar verir. Bu gönül yükü oluşturur ve bilelim ki gönül yükü, beden yükünden çok çok daha ağırdır. Doğru ile yanlışın ayırt edilebilmesi, objektif bakışı, adalet anlayışını ve kendisine güveni de içine alır. Biz anne-babalar çocuğumuzu adam yerine koymazsak çocuk kendisi bunu hissedemez. Hayatını bizden sonra tek başına idare edecek olan çocuğumuza lütfen değer vererek konuşalım, davranalım; çünkü öyleler. “Çocuklarınıza asil insan muamelesi yapınız.” “H. Şerif