Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’in hiç beklenmedik bir anda Katar’la diplomatik ilişkilerini kesmesiyle patlak veren kriz dikkatleri yeniden Körfez’e çekti.
Krizin nedenleri, ne zaman ve nasıl sonuçlanabileceği üzerinde tartışmalar sürerken, bölgesel denklemin en önemli unsurlarından biri olan Türkiye’nin geleceğe yönelik planları için mutlaka sorması ve cevabını araması gereken birtakım sorular da ortaya çıktı.
Ankara, bölge ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmek ve mümkün olduğunca korumak niyetinde.
Fakat ikili ilişkilerin sadece tek taraflı iyi niyete dayalı olmadığı unutulmamalı.
Katar krizinin arkasında Birleşik Arap Emirlikleri’nin fiili yöneticisi Abu Dhabi Veliaht Prensi Muhammed Bin Zayed ile Suudi Arabistan 2’nci Veliahdı ve Savunma Bakanı Muhammed Bin Selman’ın olduğu yönünde güçlü bir kanaat oluşmuş durumda. Kral Selman’ın oğlu Muhammed Bin Selman’ın babasından hemen sonra tahta oturacağı ve babasının gölgesinde her geçen gün daha da güçlenerek “fiili kral” haline geldiği konuşuluyor.
Muhammed Bin Selman yönetiminde bir Suudi Arabistan’la Türkiye’nin ilişkileri nasıl olmalı? Ankara, pervasız kimliğiyle dikkat çeken bir gencin tehlikeli maceralarının neresinde yer almalı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz günlerde yaptığı çağrıda, “Suudi Arabistan Kralı, Körfez’in büyüğü olarak bu işi çözmeli” dedi ve Riyad’ın abilik yapmasını istedi.Suudi Arabistan, krizin tarafı ve müsebbibi.Başından beri büyüklükle ve abilikle asla bağdaşmayacak bir tavır içerisinde. Dolayısıyla Suudi Arabistan’dan şu an akıllı ve ağırbaşlı bir abi gibi hareket etmesini beklemek pek gerçekçi görünmüyor. Çünkü öyle bir özelliğe sahip olsaydı mevcut kriz hiç yaşanmazdı.
Ankara’nın Riyad’la iyi ilişkilerini sürdürmeyi arzu ettiği biliniyor.
Suudi Arabistan Türkiye’nin bu yaklaşımını zaaf olarak algılayıp “Ya bizimlesin ya da ilişkilerimiz bozulur” dayatmasında bulunursa ve Ankara’yı tehdit ederse ne olacak? “Türkiye’nin şu anda Katar meselesinde ideolojik hedefleri ve milli çıkarları arasında dengede kalmaya çalıştığını” öne süren BAE’li bakan Enver Gargaş’ın “Türkiye’nin akıllı olmasını ve çıkarlarına en çok hizmet edenin Katar’a yönelik girişilen eylem olduğunu anlamasını umuyoruz” açıklaması tam olarak bu demek.
Dolayısıyla bu noktada bir başka soru gündeme geliyor:
“Suudi Arabistan ve BAE’nin Türkiye’yle ilişkilerini geliştirmeye yönelik adımları ve ülkemizdeki yatırımları gerektiğinde Ankara’ya karşı kullanmak üzere planlanmış bir şantaj aracı mı?”
Körfez’deki kriz, köklü devlet geleneği olmayan ve diktatörlükle yönetilen ülkelerin kâr-zarar hesabı yapmadan oldukça dengesiz kararlar alabileceklerini ve bu tür ülkelerle ilişkilerin her an için 180 derece dönebileceğini gösterdi.
Hatırlarsanız kriz patlak vermeden kısa süre önce Kral Selman Doha’yı ziyaret etmiş ve kılıç dansı yaparak iki ülke arasındaki ilişkilerin gayet iyi olduğu mesajı vermişti. Ankara ve Riyad arasında da benzer bir durumun yaşanmayacağının garantisi yok. Türkiye, böyle bir duruma hazırlıklı mı? O gün gelirse, ekonomisinin ve milli çıkarlarının zarar görmemesi için ne gibi adımlar atabilir?
Üzerinde kafa yorulması ve beyin fırtınası yapılması gereken daha başka sorular da var.
Örneğin, “Körfez’de yaşanan krizin kısa sürede sona ermesi mi yoksa devam etmesi mi Türkiye’nin ve bölgenin yararına?” ve “Mevcut kriz karşı devrim cephesinin yıkılmasına ve bölge halklarının özgürleşmesine gidecek yolu açmış olabilir mi?” gibi sorular göz ardı edilmemeli.